12 Eylül 2020 Cumartesi

Tenet: Pandemide Bir İlaç

Tenet'in sinemada maske takarak izlediğim ilk film olarak kayıta geçmesini istiyorum. Salon yarı boş, kimse kimseye temas etmiyorç Filmin de zaten temasla alakası yok. Birbirine yaklaşsalar da arada teması engelleyen camlar var. Ve en garibi, filmdekiler de benim gibi maskeli. Pandemide sinemaya gitmek için Christopher Nolan'ın yeni filminden daha iyi bahane de bulunamazdı. 


Zaman kavramı ile takıntıları olan usta yönetmen Christopher Nolan'ın zaman ile alay eden yeni filmi Tenet'i hem yapısal hem de dramatik düzlemde kendi kendini üreten bir paradoks gibi. Film yalnızca zamanın yönünü tersine çevirmeyi konu edinmiyor, pandemi yüzünden boşalan sinemalara olan ilgiyi de tersine çevirmek için inatla sinemalarda boy gösteriyor. 

Nolan, sinemasında uzun süredir zaman kavramının yapısıyla uğraşıyor. Memento'da hafıza, Inception'da rüya katmanları, Interstellar'da kara delik ile zamanda yolculuk, Dunkirk'te paralel akan kronolojiler ile hem konu zamandı. Tenet ise bu arayışın bana kalırsa en uç noktası. Çünkü zaman bu filmde müdahale edilebilir somut bir varlığa dönüşüyor. Bu sebeple Tenet'in en çarpıcı yanı, zamanın fiziksel bir malzeme gibi yoğrulduğu sahnelerin oluşu. Kurşunlar havayı yararak hedefine ulaşmak yerine, hedefinden çıkıp silaha geri giriyor, arabalar ileri değil geri gidiyor, birileri düz koşarken tüm alem geri gidiyor. Bu görüntüler yalnızca teknik bir başarı değil, aynı zamanda kavramsal bir manifesto. 


Filmin en odak noktası zaman oluyor. "Zamanın neresindeler, şu an hangi yöne akıyor, gerideler mi yoksa gelecekteler mi" düşünceleri karakterlere olan odağı ve hikayeye olan hakimiyeti silikleştiriyor. Seyirciye filmin hikayesiyle ilgili bir şeyler anlatılmak isteniyorsa bu dikkat dağınıklığı bir önleyici katman gibi duruyor. Ama belli de Nolan burada başka bir şey amaçlıyor: filmin ana kahramanı insan değil, filmin konusu küresel bir suç örgütü değil, filmin kahramanı da konusu da zamanın ta kendisi. Kontrolü bırakınca film kendini açıklıyor, hikayeyi zorla anlamaya çalıştıkça film izleyeni dışarı atıyor. 

Filmin ne hikayesinden bahsedebilirim, ne de oyunculuğundan. Dediğim gibi, konu da, baş kahraman da zaman. Bu sebeple tecrübe edilmesi gereken bir film. Evde film izlemeye alışmışsak da evde izlenebilecek bir film değil Tenet. 'Durdur' tuşuna basılmadan akıtılıp gidilmesi gereken, yerinden kalkmanın yasak/ayıp olduğu bir atmosferde, akışına bırakılıp izlenilmesi gereken bir yapım. O sebeple bu filmin Netflix'e düşmesini bekleyenlerdenseniz hatalı tarafta olduğunuzu söyleyebilirim. 

Filmin oyuncu kadrosunu ekleyeyim en azından: John David Washington, Robert Pattinson, Elizabeth Debicki, Kenneth Branagh ve tabi ki Michael Caine.

5 Haziran 2020 Cuma

Suskunluk Sarmalı

Suskunluk sarmalı, alman siyaset bilimci Elisabeth Noelle-Neumann tarafından teorileştirilen bir iletişim kuramıdır. En basit şekilde bu kuramı açıklayacak olursak; 



Ana akım düşünce ya da karşısında bireylerin kendi fikir ve düşünceleri ters düşüyorsa, bu kişiler düşüncelerini açıklamaktan çekinirler. Her farklı fikir sahibi kendi düşüncesini ana akım düşünceye uyumsuz gördüğü için aykırı düşünenin yalnızca kendisi olduğu fikrine kapılır ve düşüncelerini söylemekten vazgeçer. Böylelikle farklı düşünce sahipleri hiçbir zaman ortaya çıkmaz ve ana düşünce, olduğundan daha büyük bir orana sahipmiş algısı oluşturulur. Oysa ki suskunluk sarmalını oluşturan bu farklı düşünceler ifşa olmuş olsalar, hakim görüş oranının aslında sanıldığı kadar yüksek olmadığını ve belki de hakim düşünce sayılan fikrin, aslında azınlık da olabileceğini görmüş olabiliriz.

Bu sarmala örnek olarak 2019 yapımı Bombshell filmi ve yine 2019 yapımı The Loudest Voice filminde konu edilen, yakın tarihte patlak vermiş olan Amerikan haber kanalı Fox News'teki skandalı verebiliriz. Kanaldaki kadın çalışanları yıllardır taciz eden kanalın kurucu Ceo'su Roger Alies, gücünü kullanarak bu kadınları yıllarca susturmuş, gerek işini kaybetme korkusu yaşayan gerekse toplumdan dışlanma ve suçluşunun (ne yazık ki) kendisi ilan edileceği düşüncesi ile taciz mağdurları susmuştu. Filmde Nicole Kidman'ın canlandığı deneyimli gazeteci Gretchen Carlson en sonunda bu işin peşine düşmüş ve ilk önce kendisinin uğradığı tacizi bildirerek diğer mağdurlara da korkmamalarını söylemiş ve onların da yaşadıklarını açıklamalarını istemişti. Yıllardır oluşturulan bu suskunluk sarmalı nihayet Gretchen Carlson'ın cesareti ve öncülüğüyle kırılmış, bu taciz davası ifşa olmuştu. Ancak günümüzde bu gibi olayların çokluğunu bilsek de sarmalın kırılma vakasının çok az olduğunu da görüyoruz. Nicole Kidman'ın filmde söylediği gibi "Birinin konuşması lazım. Birinin sinirlenmesi lazım" ki bu ve bunun gibi sarmallar son bulsun.

Suskunluk Sarmalına hayatın birçok alanında rastlarız. Okulda, meslek hayatında, aile ve sosyal ortamda, siyasi düşüncede… Ve her birinde nedenler farklıdır. Okulda düşük not alma ya da alay edilme korkusu, iş hayatında ticari kayıp korkusu, sosyal hayatta dışlanma korkusu, siyasi düşüncede cezai korkular bazı örnek nedenlerdir. Bu sarmalın oluşmasında siyasi baskı neden olabileceği gibi, toplumun kendi geleneksel düşünce yapısı da oluşturabilir. Ancak bu ortam günümüzde en çok medya eliyle oluşturulmaktadır. Medyanın gücü ve tek sesliliği kullanılarak bir düşüncenin, toplumun ekseri düşüncesiymiş gibi lanse edilmesi sonucu karşı görüşler daha baştan ölü doğuyor ve bu düşünceler daha ilk baştan aykırı/marjinal algılanıyor veya lanse ediliyor.




Yararlanılan Kaynaklar;
Kitleİletişim Kuramları - Burak Özçetin , İletişim Yayınları
Suskunluk Sarmalı Videosu - Sedef Kabaş - Youtube

16 Mayıs 2020 Cumartesi

Yarış Atından Netflix'e Giden Yolculuk


Video, hareketli görsel materyalin kaydedilmesi, kopyalanıp tekrar oynatılması ve yayınlanması sürecini kapsayan elektronik ortamlar bütünüdür. 19yy’ın son çeyreğinde başlayan bu maceranın günümüze kadar geçirdiği bu evrimde birçok bilim insanı, sanatçı, kâşif, düşünür ve tabi son dönem için birçok tacir önemli rol oynamıştır. Tüm bu serüvenin başlangıcı ise tamamen bir merak sonucu sorulan soru olmuştur: “Koşan bir atın tüm ayaklarının aynı anda yerden kesildiği bir an var mıdır?”



Bu sorunun cevabını bulmak için Eadweard Muybridge bir düzenek hazırladı. Sabit bir şerit üzerine dizilen 12 fotoğraf makinası ile birbirinin peşi sıra fotoğraf çekip anlar bütünlüğü oluşturacak ve böylelikle tek bir anı bile kaçırmayacaktı. Maksat, eğer varsa atın ayaklarının yerden kesildiği bir an, o anı resmetmekti. Nitekim o anı yakaladı ve soruyu da cevaplamış oldu. Ancak farkettiği başka bir şey insanoğlunun yeni bir dünyayı aralamasına vesile oldu. Peşi sıra gösterilen sıralı fotoğrafların insan zihninde hareket olgusunu yaratıyor oluşu videonun başlangıcı olarak kabul edilir.

Sonraları birçok insan bu fikir üzerine çalışmaya başladı. Bunlardan biri ünlü bilim adamı Edison’du. Bulduğu ve kinetoskop adını verdiği cihazla fotoğraflara hareket duygusu veriyor ve bunu kişilere izletiyordu. Ama bu buluş bireyselci idi. Evrimin diğer basamağında ise bunu kitlesel izleme tecrübesiyle buluşturan Lumiere Kardeşler oldu. Ve beyazperdeye yansıtarak gösterdikleri ilk görüntü ile sinemanın doğuşuna vesile olmuş oldular. Bundan sonra resimler oynatışı bireysel değil, kitlesel bir eğlenceye, kitlesel bir görsel ve iletişim aracına dönüşecekti.

Her ne kadar kitlesel olsa da üreticisi ve tüketicisi azınlıktaydı. Üretimi ve tüketimi ciddi meşakkat isteyen bir eğlence alanıydı. Önce tüketim kısmına yoğunlaşıldı. 20yy’ın ikinci çeyreğinde televizyonun keşfi ile artık insanlar gösterime değil, gösterimler insanların ayağına gelmiş oldu. Her yeni girişim gibi başlangıcı pahalı olsa da zamanla ucuzlayarak her eve girmeye başardı bu buluş. Tüketimdeki yoğunluk artık üretimin de arttırılması ihtiyacını doğurdu. Daha fazla üretim için daha fazla kişinin üretim yapması ve bunu sunması gerekiyordu. Taşınabilir video kaydedicilerin gelişmesi ve ucuzlamasıyla artık üreten kişiler çoğalmış, ihtiyaç sağlanmış ve hatta ihtiyaçtan öte hobi ve anı biriktirme makinesi olarak birçok eve girmişti.

Video kayıt şeklinin ilerleyen yıllarda filmlerden dijitale geçmesi, onu oluşturmayı ve izlenebilirliğini arttıran önemli bir etken oldu. Kayıt anından başlayan kolaylık, montajlanmasında ve izlenmesinde de devam ettiği için deneysellik daha da arttı bu sayede. Artık daha çok konuda, daha çok kişilerce içerikler üretiliyor ve daha çok kişiye ulaştırılıyordu. 21yy’a geldiğimizde ise ceplerindeki akıllı telefon  sayesinde artık herkes bir köşesinden bu işin içindeydi. Kullanımın yaygın ve kolay oluşu artık bu işi sadece bir iletişim aracı olmaktan çıkarmıştı. Kimisi için bir not defteri görevi bile görür vaziyete gelmişti.

Muybridge’in cevap arayışı ile başlayan süreç, Edison’un bireysel izleme aracı kinetoskopuna tepki olarak  onu kitleselleştiren Lumiere Kardeşlerden sonra genişleyip gelişti ama yine başladığı yer olan bireysellikle buldu kendini. Artık sinemalardan daha bireyselci olan televizyonlar bile bize çoklu iletişim gelmeye başladı, Netflix, Amazon Prime vb gibi online platformlarla yeniden bireysel tüketicili bir medya oluşumuna evrildi. Kil tabletlerle başlayan iletişim maceramızın elektronik tabletlerle nihayet buluşu, yeniden başlangıca vardığımızın mı yoksa ilk akla gelenin en makul olduğu gerçeğinin bir göstergesi midir bilinmez. Bu merakın cevabı da belki bizi başka buluşlara meylettirebilir.
...