31 Ocak 2022 Pazartesi

Drive My Car: Yol Terapisi

Ryusuke Hamaguchi'nin Drive My Car (aka Doraibu mai ka) filmi, Haruki Murakami'nin Erkeksiz Kadınlar koleksiyonundaki kısa hikayesinden uyarlanmış bir film. Bunu başta söylememin nedeni, filmin de bununla ilintili olduğu gerçeği yüzünden. Üç saat süren bu film, uzun ve dolambaçlı bir yolda ilerleyen, aşk, kayıp, yas ve iyileşme gibi evrensel temaları işliyor.


Filmin merkezinde, uluslararası alanda tanınan bir tiyatro yönetmeni ve oyuncu olan Yusuke Kafuku (Hidetoshi Nishijima) yer alıyor. Kafuku, senarist eşi Oto (Reika Kirihima) ile karmaşık bir ilişki içinde. Buna, Oto'nun cinsel ilişki sırasındaki dirty-talklarından ziyade, Kafuku'nun bir eve erken döndüğünde karısını genç bir aktör olan Koji Takatsuki (Masaki Okada) ile yakalaması sebep oluyor. Ki bu çift, yirmi yıl önceki tek kızlarının ölümü gibi badirelerden sağ çıkmış bir çift. Ancak Kafuku bu aldatmayı Oto'nun yüzüne vurmadan uzaklaşıyor. Bu sırrı Oto'nun ölümüne kadar saklı tutuyor. İşte asıl hikaye bundan sonrasında. Tüm bunlar birer altlıktı.

Oto'nun ölümünden iki yol sonra Kafuku, çok dilli bir oyunu yönetmek için Hiroşima şehrine gidiyor. Sigorta kuralları gereği Kafuku aracını, kendi travmatik aile geçmişinden kaçan, ketum ve bol sigara içen bir kadın olan Misaki'ye (Toko Miura) emanet etmek durumunda kalıyor. Bu sırada Kafuku, ölen eşinin repliklerini okuduğu kaseti arabada sürekli dinliyor. Ve yolculuk, terapi seansı böyle başlıyor.

Drive My Car, aşk, kayıp, yas ve iyileşme süreçlerinin derinlemesine bir anatomisini sunuyor. Filmin temaları; itiraf, yaratıcılık ve cinsellik arasındaki bağlantı ile diğer insanların hayatlarının ve sırlarının bitmeyen gizemi üzerine kurulu. Kafuku, devam eden ıstırabını mesleki özenle maskeleyebiliyor. Misaki ile arasındaki ilişki; Misaki'nin çekingenliğinin, Kafuku'nun  kendi ıstırabını itiraf etmesiyle yavaş yavaş çözülmesiyle değişiyor. 

Kafuku'nun yönettiği oyun olan Çehov'un Vanga Dayı oyunu, filmin kalbindeki ana motiflerden biri. bu çok dilli oyun; Japon, Çinli, Koreli oyuncuların kendi ana dillerini ve işaret dilini kullanmasıyla, oyuncuların dili anlamadan, sadece duygusal yolla birbirleri arasında kurdukları iletişimi konu ediniyor. Sözlerden bağımsız, söze gerek duymayan bir iletişim modeli. 


Yönetmen Hamaguchi'nin anlatı estetiği, Kafuku'nun, Oto'nun ve Misaki'nin hikayelerinin bir Venn şeması gibi üst üste bindirildiği, kısa hikayelerin bir mozaiği veya koreografisi şeklinde. Yönetmen filmi, düşük viteste ilerleyen, çok yavaş bir tempoyla işlemiş. Ama yine de Drive My Car, ruhsal bir yüzleşmeye doğru atılan düşündürücü ve göz yaşartıcı bir yolculuğun filmi. Yönetmen, duygusal karşılığı almak için seyirciyi uzun süre bekletse de, film insan ruhunun karmaşıklığını ve kırılganlığını ortaya koyan, son derece sakin ama sağlam bir sinema filmi ortaya koymuş.

9 Ocak 2022 Pazar

Oslo, 31. August

Proust: "Çıplak bir kadını izlerken duyulan arzuyu anlamaya çalışmak, bir çocuğun zamanı anlamak için saati parçalamasına benzer." der. Filmin bu sözle bir alakası yok ama bu alakasızlıkla bir alakası var.  2011 yapımı olan Oslo, 31.August filmini şimdi gündeme getirmemin tek sebebi, yönetmen Joachim Trier'in yakında yazısını da yazacağım son filmi olan Verdens Verste Menneske (The Worst Person in the World) filmi için bir ön hazırlık.


Oslo, 31.August filmi yönetmen Joachim Trier'in ikinci uzun metraj filmi. İlk uzun metraj filmi olan Reprise ile bu filmin hikayesinin fiziki bir bağı olmasa da kimyasal bir bağı olduğu kesin. Reprise filmindeki karakterlerin ileri yaşantılarında ne gibi olasılıklar içersinde yaşayabileceğinin birkaç örneğinden biri olarak karşımıza çıkıyor Oslo 31.August filmi.


Film, parlak ve güzel bir gençliğin son döneminde uyuşturucu ve alkol batağına batmış, varoluşunu defalarca sorgulamış ama her seferinde cevap bulamadığı için intihara teşebbüs etmiş ve yine intiharda da bir anlam bulamadığı için her seferinde vazgeçmiş biri olan Anders'in 1 gününü anlatıyor.  Temizlenmeye karar vermiş, bunun için terapiye gitmiş ve neredeyse 10 aydır ağzına bira dahi sürmemiş Anders'in yeni hayata başlamak için dışarı çıktığı o ilk günü, 30 Ağustos'u.

"Her zaman mutlu insanların gerizekalı olduklarını düşünürüm" Anders

Önce eski yakın arkadaşıyla, ardından iş başvurusu yaptığı derginin editörü ile, onun ardından kız kardeşi ile, peşine diğer tüm çevresiyle olan normalleşme görüşmelerin planları önceden yapılmıştı. Arkadaşıyla olan ilk görüşmesinden, iş görüşmesinden ve hatta kız kardeşiyle olan görüşmesinden çıkan sonuç; kendisini arındırsa da karşısındakilerin zihninden geçmişi arındıramadığı. Her hatırlatılışı Anders'in temize giden yolculuğuna ket vuruyor ve yapılan onca ıslah çalışmasını anlamsız kılıyor.

Suçlu ya da toplumca ayıplı bireylerin kendilerini düzeltmek için başvurdukları ıslah edilme programı bireylerde işe yarasa da toplumun zihnindeki ıslahsızlık yüzünden tüm kazanımlarını geri kaybedebiliyor. Ve bu da kişiyi yeniden düzene adapte etmesine engel olup, onu eski suç alemine geri itiyor ya da varoluşsal sorgulara neden oluyor. Bu paradoksu çaresizliğini Polonya'lı yönetmen Jan Komasa'nın Corpus Christi filminde de görüyoruz. 


"Ben bir eziğim ve acımı hafifletmek için içiyorum" Anders

Tekrardan içkiye başlamak bu kişiler için bir kaybedişten öte, yeni kimliklerini kabullenip o doğrultuda var olabilme çabasına dönüşüyor. Ya üzerinden atamadığın o kimliği kabullenecek ve o doğrultuda yaşamaya devam edeceksin ya da yenilgiyi kabullenip bu yaşama son vereceksine dönüşüyor çünkü olay. Rakamlara bakıldığında Kuzey ülkelerde bu seçeneği kullanma oranı oldukça yüksek. Ekvator çevresi ülkelerde intihar oranı 100bin kişide 6 ortalamasında olurken, bu sayı Kuzey'e gidildikçe artıyor. Coğrafya bu konuda da kader oluyor işin özü.

------
Bazı ülkelerdeki intihar oranları ( 100.000 kişideki intihar eden kişi sayısı )
Türkiye: 2,4
Norveç: 11,8
İsveç: 14
Finlandiya: 15,3
Letonya: 20,1
Litvanya: 26,1
Rusya: 25,1
Slovenya: 19,8
Almanya: 12,3
Fransa: 13,8
Amerika: 16,1
Kanada: 11,8
Güney Kore: 28,6

7 Ocak 2022 Cuma

Belfast: Bir Çocuğun Gözünden 1969

Oyuncu olarak Harry Potter (Gilderoy Lockhart) ve Tenet (Sator) filmlerinden de tanıdığımız Kenneth Branagh'in yönettiği Belfast filmi, yönetmenin otobiyografik eseri niteliğinde. 1969 yılında (9 yaşında iken) başına gelen olayları kendi gözüyle ve de siyah-beyaz olarak aktarıyor. 


1960 Belfast / Kuzey Irlanda doğumlu olan yönetmen Kenneth Branagh, 
tarihe 1969 Kuzey İrlanda Sorunları ( The Troubles ) olarak geçen Katolik - Protestan çatışmalarının ortasında buluyor kendisini. Yönetmenin 9 yaşındaki halini Buddy ismiyle canlandırıyor. Buddy'nin ailesi her ne kadar Protestan olsa da, bulundukları muhitte azınlık kalan Katoliklere karşı oldukça ılımlı, inancın sadece bireysel bir durum olduğunu içerlemiş ve kişileri insan ölçeğiyle değerlendiren yapıdadır. Bu yüzden ne kendilerini bu kavgaya taraf kılmış, ne de çocuklarının taraf olmasına müsade etmektedir. Ailenin bu sebeple vermesi gereken bir karar var, kalmak ya da göç etmek.

Tüm bu mezhep ayrılıklarının yaşandığı ve buna aile içi sorunların da eklendiği filmde, yine de yüzümüzü güldürmeyi başarıyor Buddy. Ailesiyle olan ilişkisi ve içinin tomurcuklanmasına sebep olan platonik aşkına olan sevgisi hala yaşam umudunu serpiştiriyor bizlere. Bir yağma olayında elinde kalan çamaşır deterjanını annesine götürüp azar işittiğinde bile bize gülümseme bırakıyor "ama biyolojik bu" diyerek.
C serisi Panavision kamera ile siyah-beyaz çekilmesi, bu filmi renksiz olarak tanımlamamız için değil, olayların ve olaya konu olanların aslında siyah-beyaz kadar ayırt edici taraflarda oluşunu görmemiz için diye düşünüyorum. Çünkü film boyunca 1969 yılı Balfast'ı siyah beyaz gösterilirken, filmin yegane renkli kesimlerinin o dönemi anlatmayan tiyatro ve sinema sahnelerinin olmasının başka bir izahını bulamıyorum. Şimdiden birçok ödül alan ve Oscar'ın öncüsü olan Altın Küre'de de 6 dalda aday olan Balfast filminin müziği de yine Balfast'lı olan bir diğer efsane Van Morrison'a ait. 


Kuzey İrlanda Olayları

Kuzey İrlanda'dan göçlerin arttığı bu dönemde, göç edenler yalnızca bulunduğu yörede azınlık kalmış ve zulüm görmüş kesimden kişilerden ibaret değil. Baskın mezhepten olup bu kavgayı anlamsız görenler de göç etmeyi bir seçenek olarak değerlendirmiş. 1969da başlayıp 30 sene süren bu iç karışıklıkta 4000 e yakın insan hayatını kaybetmiş, yüz binlerce kişi ise göç etmek zorunda kalmış. Nüfusunun yarısını oluşturan Katoliklerin arkasında, nüfusunun ekseriyeti Katolik olan ve bağımsızlığını 1916 yılında kazanmış olan İrlanda Cumhuriyeti var. Nüfusun diğer yarısını oluşturan Protestanların arkasında ise İngiltere. Ve bu çatışmaya diğer ülkelerden, özellikle Amerika Birleşik Devleti'nden gelen dış yardımların da körükleyici etkisi önemli rol oynuyor. Çatışmalarda büyük destekçi rolünde olan Amerika'nın ikna edilmesinden sonra nihayet bu kanlı olaylar son buluyor. Konu ile alakalı 3 farklı youtube videosu da bırakıyorum aşağıya.