27 Nisan 2022 Çarşamba

Sundown: Duygusuzluk Portresi

Michel Franco'nun yazıp yönettiği ve Tim Roth'un başrolünde oynadığı Sundown filmi; sınıf, kayıp ve insan ruhunun soğuk boşluğu üzerine bir film. Zengin bir İngiliz ailenin tatilinin trajik bir olayla kesintiye uğramasıyla başlıyor, ama baş kahramanın şok edici tepkisi hikayeyi beklenmedik bir yöne sürüklüyor.

Usta oyuncu Tim Roth'un canlandırdığı Neal Bennett tam bir bencillik abidesi olarak filmin merkezinde yer ediniyor. Meksika'nın Acapulco kentinde, kız kardeşi Alice (Charlotte Gainsbourg) ve iki yeğeniyle lüks içinde bir tatil yaparken, annelerinin ölüm haberini alıyorlar. Herkes cenaze için apar topar İngiltere'ye dönmeye hazırlanırken, Neal pasaportunun kaybolduğunu bahane ederek tatiline devam ediyor. Buradan bakınca biraz Albert Camus'nun Yabancı kitabı akıllara geliyor. Peki öyle mi?

Bennett kardeşlerin, zengin bir imparatorluğun varisleri olduğunu öğreniyoruz. Neal'in yaşama bakış açısı, endüstrileşmiş bir sömürüyü finanse edenlerin yaşam tarzlarına işaret eden bir sembolizm olarak okunabilir. Ama yine de filmin mesajı kasıtlı olarak belirsiz bırakılmış. Neal'ın bu tavırları, her şeyi havaya uçurma ihtiyacı mı yoksa birçok zengin karakter gibi, bir ömür boyu birikmiş ayrıcalıkları reddetme arayışı mı belli değil. Neal, paraya ilgi duymadığını ve göreceli olarak küçük bir aylık maaşla yetindiğini öğrendiğimizde bu soruya cevaplar arıyoruz çünkü. Neal'ın ailesinin zenginlik kaynağına duyduğu tiksintiyi akla getiren kesilmiş domuz vizyonları görmeye başlamasıyla cevaba biraz yaklaşıyoruz. Çünkü bu ailenin servetinin ardında büyük bir domuz kesim tesisi yatıyor.

Sundown filmi, yönetmen Franco'nun daha önceki filmlerinden New Order'daki gibi provokatif çizgide işleniyor. Franco, duygusal sadeliği yansıtan orta mesafeli çekimlerle karakterini uzaktan çerçeveler. Tim Both'un etkileyici, donuk oyunculuğu sayesinde ayakta duran film, hayattan umudunu kesmiş ve duygusal olarak kopmuş bir adamın hikayesini bizlere verse de ötesine fazla gidemiyor ve mesajıyla sınırlı kalıyor. 

16 Nisan 2022 Cumartesi

Everything Everywhere All at Once: Dikkat Kaos Var

Bu film ilk bakışta bir multiverse çılgınlığı gibi dursa da, son derece kişisel bir hikayesi var. Bir yandan göçmenlik deneyimleri, aile bağları, kuşaklar arası kırılmaları resmederken, diğer yandan sıradan hayatın görünmez yüklerini anlatıyor. Bu karışımın tonunu belirleyen ise Michelle Yeoh'un müthiş performansı oluyor. Tüm aksilikler birikince bir anne olarak gerekeni yapıyor ve terliği ayağından çıkarıp eline alıyor.


Filmin ilk bölümleri, Evelyn'in (Michelle Yeoh) sıkışmışlığını neredeyse fiziksel olarak hissettiren bir ritimle açılıyor. Çamaşırhanenin karmaşası, vergi memurları denetiminin tedirginliği, yaşlanan babanın beklentileri, eşiyle çözülemeyen iletişim sorunları ve kızının kimliğiyle arasındaki mesafe... Hepsi aynı dar mekanda, aynı anda Evelyn'in üzerine yığılarak bir boğulma hali yaratıyor. Bu kaos, filmin başlığının vaat ettiği hissi daha metafor katmanlarına geçmeden, yalnızca mutfağın, fatura yığınlarının ve bitmek bilmeyen sorumlulukların üzerinden gösteriliyor. Kaldı ki bu kaosa daha 'zaman' da eklenecek.

Multiverse'ün devreye girmesiyle film ton değiştiriyor. Bu değişim keskin bir şekilde olduğu için öncesi ve sonrası arasındaki ton değişikliği uyumsuz gibi görünebilir. Yani değişim esnasını görmeden filmden çıkmış birisi, filme birazdan geri döndüğünde farklı bir salona girdiğini sanabilir. Ancak bu değişim uyumsuz değil, aslında ilk bölümde biriken bir öfkenin patlayışı gibi. Sonuçta kimse patlayan bir el bombasının çevresiyle olan uyumsuzluğundan bahsedemez.

Her bir alternatif evren görüntüsünde farklı Evelyn'ler görüyoruz. Bunlar Evelyn'in "başka ne olabilirdim?" sorusunun somut karşılıkları; bir şarkıcı, bir film yıldızı, başarılı bir şef.. Bu evrenler yalnızca ihtimallerden ibaret değiller. Aynı zamanda Evelyn'in zamanında kaçırmış olduğu fırsatların beden bulmuş hali. Hayatı süresince vermiş olduğu her bir kararda, seçilmemiş olan diğer seçeneğin uzanacağı yolun göstergeleri. Ancak Evelyn için seçilen bu örnek alternatifler rastgele değil, Evelyn'in içsel muhasebesinin birer tazahürü. 

Filmin enerjisi yer yer yorucu olsa da bunun bilinçli bir tercih olduğunu düşünüyorum. Evelyn'in zihnindeki kesintisiz gürültüyü, zamanın nasıl bir girdaba dönüştüğünü, kararların ve pişmanlıkların bir insanı nasıl paramparça edebildiğini seyirciye hissettirmek istiyor yönetmenler. Bu nedenle her atlama, her dövüş sekansı, duygusal bir karşılığı olan gürültülü bir iç dünyayı resmediyor bizlere.


Yönetmenler (Daniel Kwan ve Daniel Scheinert), filmin tüm bu karmaşasının merkezine anne-kız ilişkisini yerleştiriyor. Joy'un (Stephanie Hsu) yalnızlık ve anlaşılamam duygusunu, kuşaklar boyunca aktarılan karılmaların birikimiyle harmanlıyan yönetmenler, bu nihilist kaosun karşısına radikal bir sevgi önerisini çıkarıyor. Dev bir 'her şey çöreği' üzerinden kurulan o mizahi ama etkileyici metafor bile bu nedenle çalışıyor: Bazen her şey aynı anda gerçekleştiğinde anlam çözülebiliyor; o boşluğu dolduracak şey ise her şeye rağmen bağ kurma çabası.

Michelle Yeoh'un oyunculuğu da film gibi çok katmanlı ve her bir katmanın anlatısında gereken oyunculuğu iyi sergiliyor. Ke Huy Quan'ın canlandırdığı Waymand ise filmin şefkatli ve kırılgan olan gizli kalbi oluyor. Ama nazik ve kırılganlığın 'kindness is not weakness' olmadığını da ilerleyen sahnelerde bize gösteriyor. Stephanie Hsu ise Joy olarak hem kuşağın ağırlığını hem de isyanını hem de rengini çok yönlü şekilde sergiliyor.

Everyting Everywhere All at Once, birçok türü aynı potada eriten bir sinema deneyimi. Aile dramı, felsefi bir yolculuk, aksiyon parodisi, absürt komedi, göçmenlik.. Normalde bu tür bir karışım bir filmi darmaduman edebilirdi, ama Daniel yönetmenler kontrolsüzlüğü, kontrollü bir çılgınlığa dönüştürmeyi başarmış. Bu nedenle film, yalnızca bir multiverse macerası değil, aynı zamanda çağımızın zihinsel yükünü, aile ilişkilerinin çatlaklarını ve hayatın sürekli eksik hissettiren ihtimallerini görünür kılan büyük, kocaman bir hikaye.