30 Haziran 2009 Salı
IMDB Top 250 Yol Haritası
Bu haritada; IMDB Top 250 ' de yer alan filmleri, 20 farklı kategoriye ayırıp 16 farklı gidişat belirtilmiş. Kategoriler arası geçişler bazı filmler ile mümkün. Beğendiğiniz kategoriden gitmeyi tercih edebilir, yahut izleyip hoşunuza giden bir filmin istikametinde olan başka bir filmi listenize ekleyebilirsiniz. Çok gerekli mi bilmem. Kıyıda köşede bir yerde bulunsun işte.
28 Haziran 2009 Pazar
Dekalog ( 10 emir )
Krzysztof Kieslowski , her filmiyle insanın içine işlemeyi başarır, o fırına bir sürü malzeme katar. Filmin size neler kattığını tam olarak bilmeniz imkansızdır ama bünyeye tahmininizden fazla nüfuz ettiği kesindir. Anlatması bile o kadar zor ki, seyredeli çokça zaman geçmiş olmasına rağmen bu yazıyı yazmak için oldukça zorlanıyorum. İnsanda sırf bu büyük etkiyi yarattığı için büyük sıfatını hakediyor bir sanatçı olarak kieslowski. Dekalog (on emir) serisini 89-90 yıllarında polonya televizyonu için çekiyor Kieslowski. Bez konca'da beraber çalıştığı ve ileride de beraber çalışacağı senarist Krzysztof Piesiewicz ile Tevrat'taki 10 emir'i günümüz dünyasındaki anlamlarını yeniden sorgulayarak senaryoyu yazıyorlar. Ortaya çıkan filmler (her biri ortalama 55 dakika) bazı zamanlar gizemli ve felsefi, her zaman için de gerçekçi anlatımlarıyla, birbirinden başarılı oyunculuklarla, Zbigniew Preisner'in her zamanki gibi mükemmel müzikleriyle, hikayelerin tamamlayıcı öğesi olan sembolik anlatımıyla ve de Kieslowski sinemasının olmazsa olmazı başarılı sinematografileriyle, dini inançları/insani değerleri gökyüzünden gerçek hayata düşürüyor, onları somutlaştırıyor, (en önemlisi de) insancıllaştırıyor.
Bir başka büyük yönetmen Stanley Kubrick dekalogların senaryosunu içeren kitap için diyor ki:
"Büyük sinemacıların eserlerinin belli bir yönü üzerinde durma konusunda hep isteksiz olmuşumdur çünkü bunun, eseri kaçınılmaz olarak basitleştirme ve indirgeme ihtimali vardır. Fakat Kieslowski ve yardımcı yazar Piesiewicz'in senaryolarını içeren bu kitapta fikirlerden sadece bahsetmek yerine bunları dramatize etme konusunda çok ender rastlanan bir yetenekleri olduğu gözlemini yapmak yersiz olmaz. kastettikleri şeyi dramatik bir eylemle anlatarak, seyircinin, anlatılanın ötesinde gerçekleşen şeyleri keşfetmesi gibi bir kazanca da sahip oluyorlar. Bunu öyle hayranlık verici bir yetenekle yapıyorlar ki fikirlerin ortaya çıkışını farkedemiyor ve ancak çok sonraları kalbinize ne kadar derinden nüfuz ettiklerini anlayabiliyorsunuz."
Her bölümünde bir Varşova'daki toplu konut sitesindeki aynı apartmanda yaşayan karakterlerin ele alındığı filmlerin hikayeleri aslında büyük birer tesadüften ibarettir. Tesadüf hayatı anlamlı kılan şeydir. Gizemli ve bizim farkına varamadığımız kaderin vücut bulmuş halidir.
Dekalog serisindeki tesadüfler filmden uzayıp, Kieslowski'nin sonraki filmlerine taşar. Kieslowski'nin bundan sonraki filmleri de dekalogların bir parçasıymış gibi gelir o yüzden bana. Bence kieslowski, dekalog serisi ile yıllarca geliştirdiği sinemasal dilini zirve noktasına çıkarmıştır. Bundan sonra çektiği filmlerde de aynı dili görürüz, aynı tadı alırız. Dekalog 9'da anlatılan kısa hikaye, Veronique'in ikili yaşamı'na konu olur. Van Den Budenmayer'in bestesinin de üç renk: kırmızı'da önemli bir yeri vardır.
dekalog 1
"senin tanrın benim, başka tanrın yoktur."
dekalog 2
"tanrı'nın ismini boş yere ağzına almayacaksın."
dekalog 3
"altı gün çalışacaksın, bir gün dinleneceksin"
dekalog 4
"anne ve babana saygılı davranacaksın."
dekalog 5
"öldürmeyeceksin."
dekalog 6
"zina etmeyeceksin."
dekalog 7
"çalmayacaksın."
dekalog 8
"yalan yere şahitlik yapmayacaksın."
dekalog 9
"komşunun karısına tamah etmeyeceksin."
dekalog 10
"komşunun malına tamah etmeyeceksin."
zbigniew preisner - dekalog II part 1
KONUK YAZAR: Zafer
http://spregel.blogspot.com/
#Diğer Konuk Yazarlar#
26 Haziran 2009 Cuma
Karşı Pencere
25 Haziran 2009 Perşembe
Across The Universe
23 Haziran 2009 Salı
Bilek Kesenler: Bir Aşk Hikayesi
22 Haziran 2009 Pazartesi
Terminator
Çıkacağı günü sabırsızlıkla beklediğim fakat tamamen duygusal nedenlerden ötürü biraz geç de olsa ,bir arkadaşın “hadi izleyelim” deyişi üzerine **, izleyebildiğim bir film oldu kendisi. Terminator Salvation’ı , serisinin son filmi diye mi, yoksa bundan sonraki “the end begins” serisinin açılış filmi diye mi adlandırsam bilemedim. Çünkü Terminator filmleri arasında –herne kadar benzer görünse de - hem hikaye olarak hem yapım olarak hem de yönetmenlik olarak ciddi farklar var. Bundan sonra çekilmesi planlanan Terminator filmleri de tamamlandıktan sonra, tüm seriyi 3 bölüme ayırıp kendi içinde bi üçleme yapabiliriz ki bu üçlemeyi de şöyle şekillendirebiliriz.
1- The Terminator ve Terminator II – The Judgament Day
2- Terminator III – Rise of The Machines
3- Terminator Salvation ve gelecek olanlar
Neden böyle bir ayrıma gittiğimizi şöyle izah edelim.
Terminator 1 ve 2 ‘nin en büyük özelliği yönetmeninin James Cameron oluşu idi. Sadece yönetmeni değil, bunun yanında senaristliğini de yaptı. Hikayesi ona aitti ve gelişen zaman gösterdi ki hikaye hep onun kaldı. Gelecekte insanların makineler ile savaşının olacagına değinmiş, makineleşmedeki ilerlemeye dikkat çekmiş ama ara ara dokundurduğu bu savaştan bizlere görüntüler sunmamıştı (çok az bir rüya izletti, o kadar). Görsellikten kaçıp hikayeye odaklanmamızı mı istemiş yoksa görselitenin getirmiş olacağı mali külfetin altına elini mi koyamamış ya da koyacak bir yapımcı mı bulamamış bilemiyorum. Ama son derece sade Terminator filmleri sundu bize. Güzelliği ise hep o sadeliğinde kaldı. 1’in üzerine eklentiler getirerek bizleri civadan meydana gelmiş daha da güçlü bir üretimin eseri T-1000 ile tanıştırdı.
İkinci kısmı ise tek başına bir film oluşturuyor, Terminator: Rise of The Machines. Diğerlerinden ayrılma nedeni ise mantalitesi. Yönetmen Jonathan Mostow , James Cameron’un hikayesini aldı ve bizlere ekstra sunacağı bir şeyler de eklemeden sunmaya çalıştı. Ne James Cameron’ın kaçtığı görseliteye bulaşabildi, ne de hikayeye başka bir bakış açısı getirerek fikirsel zenginliğe yol açabildi. İzlediklerim arasında en çöpü diye nitelendiriyorum. Belki izleyeceklerim arasında bile. İçinde her nekadar ilk 2 filmin Terminator’ü Arnold Schwarzenegger olsa da bu filmin tutmaması bize şunu ispatlamış oluyordu; Terminator, Arnold Schwarzenegger‘in değil, James Cameron’un filmi.
Üçünçü kısımda ise 2009 yapımı Terminator Salvation ve bundan sonra gelecek olan “ The End Begins” serileri var. Genel anlamda Terminator’ü James Cameron öncesi ve sonrası diye basit bi iki grup oluşturarak ayırabilirdik. Ama Salvation’ı , Rise of The Machines’den ayıran yerler var. Kendinden fikirler ve görüntüler. James Cameron’un uzak durduğunu söylediğimiz görseliteye bu filmde yakınlaşmaya çalışılmış ve önceki filmlerde bizlere savaşın vehametini tam anlatılamadığını düşündüklerinden olsa gerek, daha geniş bir savaşı ve alanı kapsamışlar. Diğerleri gibi dünyaya gelen bir-iki terminator yok bu sefer. Ordusunu dünyaya yerleştirmiş ve giderek büyümekte olan Skynet var karşımızda. Sadece daha sıcak savaş sunduğu için mi farklı peki? Hayır. Bunun yanında farklı bir terminator ile tanıştırıyor bizi. İnsanlardan mı yoksa makinelerden mi olduğu anlaşılamayan, kalp atışları ile yaşayan yarı insan - yarı terminator Marcus Wright abimiz.
Film John Connor’dan ziyade Marcus üzerinden dönen yapıda oluşturulmuş. Marcus’un bu özelliğinin üzerinden giderek insanlar ile makineler arasındaki farklara ara ara değinilmiş. Bu noktada Judgment Day geliyor aklımıza. T-800 e genç John Connor’ın gülümseme – ağlama tanımlarının yapması ve onun yapaysı duyguları. Salvation’ da ise bu farklılık tek bir bedende Marcus’ta toplatılarak ifade edilmeye çalışılmış.
Bu eklentilerin yanından mantıksal hatalar da mevcut. Kendisine yapılanın acısını çıkartmak için sen Marcus’u yola gönder, ardından onun yapılışını ve kişilerden alması gereken intikamını bizlere sunma. Olmadı. Ya intikamdan bahsedilmemeliydi ya da intikam yoluna gidilmeliydi (kısmi intikam var sadece). Yanan vucudundan da görüldüğü üzere ,kalbi de olsa, Marcus robot ağırlıklı bir yapıya sahip ama koparılmış bir çip ile idare edebiliyor, durmuş olan kalbi 2 yumruk ile yerine gelebiliyor bu da yetmezmiş gibi bir de kalp ameliyatı gerçekleştiriyor. Devam edelim, en basitinden asıl görevi yok etmek olan – görevi ismi ile kaim- terminatorun Kyle Reese’i (kendisi J.Connor'un babası oluyor) öldürmek yerine esir almaları. Sorguya çekip direnişin LA ayağını çökertmek istiyorlar sanki. Bana "sen de neleri zorluyorsun" diyenler de olabilir ama diğer Terminator serilerini tekrar izlemeye davet ediyorum ben de onları. T-1000in önüne geleni öldürdüğü o filmi.
Herneyse; kısacası ben yine de sevdim Salvation’ı. Serinin 3. filmi Rise of the Machines ile düşen beğeniye yukarı doğru bi ivme kazandırdığını düşünüyorum. Daha önceki yazımda görmek istediğimi belirttiğim savaştan bizlere sahneler sunduğu için en azından (beni kırmayan yapımcılara selam olsun). Senaryonun amacı Marcus’u öldürmek yerine yaşatmak olsaydı sıradaki filmde güzel bir karakter izleyebilrdik. Marcus’u oynayan Sam Worthington’a da kucak dolusu sevgi.
Dip not serzenişi: Sanki Batman The Dark Knight filminden fırlayıp koşa koşa gelmiş bir Cristian Bale var karşımızda. Hala Batman karakterinden kurtulamamış, Kısık ve kasvetli konuşmalarına devam ediyor. Bu ses tonuyla daha bi karizma olduğunu düşünüyorsa shame on you diyorum burdan kendisine. Filmin başındaki sahnelere “here” ve “one” deyişi ne o öyle. Hele bir de ilerki yerlerin birinde “who are you” deyişi var, burda aklınıza eğer batman filminden “where are they?” deyişi gelmiyor ise 2 filmi de tekrar izleyin derim ben. Kendisine burdan rahat ol, bize robotlardan farklı olduğun insansı yönlerini göster be adam serzenişi de yapalım.
** kendisi izlemiş olduğu halde bana “hadi izleyelim” deyip sinemada eşlik eden arkadaşa da burdan selamı çakıyorum.
Terminator 1 & 2'nin önceki yazısı
21 Haziran 2009 Pazar
Bir Ömür Yetmez
20 Haziran 2009 Cumartesi
La Cérémonie
18 Haziran 2009 Perşembe
Mış'lı ve Miş'li Haberler...
-Aldığı ödüllerden dolayı festivallerin aranan 'jüri üyesi-başkanı' haline gelen Nuri Bilge Ceylan, festivallerden bıktığını söylemiş.
-Cumartesi gecelerinin vazgeçilmezi, Disko Kralı Okan Bayülgen efendi hz.'nin başrolünde yer aldığı Kanal-İ-zasyon adlı filmin çekimlerine temmuz ayında başlanacakmış. Film de 23 Ekim'de vizyona girecekmiş.
-Cumhuriyet'in vazgeçilmez hikayelerinden 'Şehit Kubilay' olayı sinemaya aktarılacakmış. Filmin 29 ekim'de vizyona girmesi bekleniyormuş.
-Yabancı film yapımcılarını türkiye'de film çekmeye teşvik etmek için, yabancıların aldığı mal ve hizmetlerden alınan KDV kaldırılmış.
-5 Oscar'lı adam, The Godfather'ın yönetmeni Ford Coppola temmuz ayında Türkiye'ye gelecekmiş. Geliş sebebi ise Osmanlı hakkında çekmek istediği film için tespitlerde bulunmakmış. Coppola'ya eşlik edecek kişi de Reis Çelik'miş. Reis Çelik proje hakkında bilgi vermezken insanların sabretmesini istemiş, önümüzdeki yıl çok güzel şeylerin olacağını söylemiş.
-Bu seneki festivallerden bol bol ödül alan yönetmen Özcan Alper'in Sonbahar adlı filmi Dvd moduna geçerek raflardaki yerini almış.
-Şu sıralarda devam etmekte olan ve 21 haziran'da sona erecek olan Şangay Film Festivalinde türk filmlerinin gösterildiği bir bölüm açılmış. Festival kapsamında 'Issız Adam', 'Mommo, Kız Kardeşim', 'Nokta', 'Uzak İhtimal', 'Üç Maymun' gibi son dönemde Türk sinemasına damga vuran yapımlar gösterilecekmiş.
-Zübeyde Hanım'ın hayatı da filme çekilecekmiş. Senaryosu bitme aşamasında imiş. Filmin yaratıcılığını Serpil Öztürk üstlenmiş.
-Ve Kurtlar Vadisi-Gladio... Vadi'nin senarist ekibi yeni bir kaptı-kaçtı projesine el atmaya başlamışlar. Yarattıkları Muro karakteri ile, karakterin parasını sinema izleyicisinden fazlası ile çıkaran ve çıkarırken izleyiciyi ciddi şekilde salak yerine koyan Vadi ekibi bu sefer Büyük İskender üzerinden izleyiciyi salaklaştırma ve yolma yolunu seçmişler.
-Son olarak İstanbul'un Fethi filmi için hazırlıklar tam takır yolunda gidiyormuş. İşe Hollywood el atmış ciddi şekilde. Bi de işin içinde Fatih Aksoy varmış. Anlaşılan İstanbul'un fethi Fatih'e kalmış!
-Artı son haberimiz Uğur Yücel'den geliyor. 'Ejder Kapanı' isimli filmde yönetmen ve oyuncu olarak film ekibinde yer alan Uğur Yücel'e Kenan İmirzalıoğlu, Nejat İşler, Ceyda Düvenci, Berrak Tüzünataç eşlik edecekmiş.(Kadro baya sağlam gözüküyor). Yücel'le İmirzalıoğlu Yazı Tura'dan 6 yıl sonra tekrar aynı filmde buluşuyormuş. Film polisiye-gerilim tarzında olacakmış.
Madonna ile Pislik ve Bilgelik Üzerine
16 Haziran 2009 Salı
Kanlı Sinema
KONUK YAZAR: juliandarcy
http://juliandarcy.blogspot.com/
#Diğer Konuk Yazarlar#
15 Haziran 2009 Pazartesi
Altın Koza'nın Ödülleri ve Sahipleri
En İyi Film(ler!): Aslı Özgen - Köprüdekiler, Pelin Esmer - 11'e 10 kala
Büyük Jüri Yılmız Güney Ödülü: Orhan Eskiköy,Özgür Doğan - İki Dil Bir Davul
Adana İzleyici Jürisi En İyi Film Ödülü: Atalay Taşdiken - Mommo Kızkardeşim
En İyi Yönetmen: Mehmet Fazıl Coşkun - Uzak İhtimal
En İyi Kadın Oyuncu: Görkem Yeltan - Uzak İhtimal
En İyi Erkek Oyuncu: Nadir Sarıcabacak - Uzak İhtimal
14 Haziran 2009 Pazar
12 ANGRY MEN
13 Haziran 2009 Cumartesi
Vengo : Çingeneleri Dinleyin..
"Bir parti vereceğim. Öyle görkemli bir parti olacak ki herkes ondan bahsedecek. Sırf Caravacas'ları gıcık etmek için." Caco - Vengo
Gadjo Dilo 'nun yönetmeni Tony Gatlif 'in 2000 yapımı filmi. Başrolde yine çingeneler var. Gadjo Dilo'da Romanya çingeneleri var iken, Vengo 'da İspanyol çingenelerini konu edinmiş. Bir nevi yaşamsal düzeyleri arasındaki farklılıkları da göstermiş. Ama değişmeyen tek bir şeyin olduğunu görüyoruz ki o da müzik ve eğlenceye verilen önem..
Filmin konusunu kısaca fısıldamam gerekirse; kavgalı 2 çingene ailesinden birinin liderliğini sürdüren Caco, kızı öldükten sonra, karşı aileden bir ferdi vurup firar eden kardeşi Mario’unun oğlu, yani yeğeni, Diego’ya odaklanır ve tek amacının onu mutlu etmek olduğunu düşünür. Çünkü Diego ona hem ölen kızını hem de ölüm tehditleri karşısında firar etmiş olan kardeşi Mario'yu hatırlatmakta ve kendini anca böyle motive etmektedir. Ne zaman ki sarhoş, ne zaman ki yalnız, Caco mutsuzlaşır. Diego gelir ve spastik özrü bulunmasına rağmen ondaki yaşama sevinci Caco'yu da hayata bağlar. Fakat hasımları, diğer çingene ailesi, Mario'ya ulaşamadıklarından, onun oğlu Diego ile hesaplaşmayı düşünmekte olduğundan Caco yeni vazifesini edinmiştir. Kızının ölümünden sonra zaten kendini ölü hisseder duruma gelmiş, Diego için de bu bedeni ona siper olarak kullanmayı çoktan göze almıştır.
Caco’ nun konunun başındaki sözünden de anlaşılıyor ki müzik onlar için sadece eğlenmek amaçlı değil. Hayatın her alanına işlemiş, yeri geldiğinde öc almak için kullanılacak bir silah oluvermiş, hatta ölülerini anmak için bir nevi duaları oluvermiş (bkz:Gadjo Dilo, mezar sahnesi).
Ayrıca blogtaki Gadjo Dilo yazısında yazarlarımızdan Hacitokankoli'nin serzenişler kısmında anlattıklarını da hatırlayalım. Kızının düğünü için girdiği masraf ve borçları savunarak, "abi napayım eğer böyle yapmazsam mahallede bi daha yüzüme bakmazlar" diyorsa varın siz düşünün eğlencenin ve müziğin hayatlarındaki yerini.
Film, hikayesini müzikler ile sunmak istiyorsa müzik seçimine özen göstermeli ki Tony Gatlif bu işi kendisi üstlenmiş. Yeri gelmiş kendi yapımı teknoları koymuş, yeri gelmiş iyi seçkilerle hoş flamenko müziğini bizlere sunmuş.
"Konuşabilen herkes şarkı söyleyebilir, yürüyebilen herkes de dansedebilir" sözü sanırım çingeneler için tam anlamıyla uymakta.Diego, bunun en büyük emsali.
Biraz müziklerinden bahsedeyim;
Filmin başında çalınan Flanmenco Soufi ile doğu-balkan sentezi uzun hava var. Film öncesi sizi biraz gevşetiyor, biraz da dansözleştiriyor. Calle del Aire ile masabaşı eğlencenin güzelliğine varıyorsun. Ve Caco partisini veriyor, ardından başlıyor Arriconamela çalmaya. öykü-berk kardeşlerin izleyip flamenko dersi alması gereken bir sunum niteliğinde. Ve filmin en can alıcı sahnelerinden birine geldi sıra. Gurbetteki Mario’ ya memleketinden sesler dinletmek için arabanın radyosundan açtığı Naci En Alomo şarkısı ve ardından oğlu Diego ile konuşması.
"O kadar anlattın, neymiş bu şarkılar diyecek" olursanız da sizi mahrum etmemek için illegal bir yöntemi kullanıyorum. Buyrun bu albümden eksik olmayın. ( Emeğe saygı, rapleri unutmayın ;)
Vengo Soundtrack by Tony Gatlif
Yönetmenin blogtaki diğer filmi;
Gadjo Dilo : Çingeneleri farkedin...
12 Haziran 2009 Cuma
Hayatınızın Geri Kalan İlk Günü
10 Haziran 2009 Çarşamba
"How often do you find the right person?"
8 Haziran 2009 Pazartesi
5 Haziran 2009 Cuma
16. Altın Koza'nın 40. Yılı
-Festivalde, 8-14 Haziran tarihleri arasında 9 salonda toplam 190 film gösterilcek.
-Ulusal Uzun Metrajlı Film Yarışması'nda 12 film yarışıyor:
Pelin Esmer "11'e 10 Kala",
Cemal Şan "Dilber'in Sekiz Günü"
Ümit Ünal "Gölgesizler"
Murat Düzgünoğlu "Hayatın Tuzu",
Orhan Eskiköy ve Özgür Doğan "İki Dil Bir Bavul"
Aslı Özge "Köprüdekiler"
Atalay Taşdiken "Momo-Kızkardeşim"
Yeşim Ustaoğlu "Pandora'nın Kutusu"
Tayfun Pirselimoğlu "Pus"
Semih Kaplanoğlu 'Süt'
Mahmut Fazıl Coşkun "Uzak İhtimal"
Erden Kıral "Vicdan"
Yazı da her şeye değinmedim. Dikkatimi çeken şeyleri aktarmaya çalıştım sizlere.
Daha fazlasını hakediyoruz diyenler burdan buyursun.
(*Devlet Bahçeli'nin 40. yıl konuşması için tıklayınız:)
The Wind That Shakes The Barley (Bölüm 2)
Neye Karşı, Ne İçin
KONUK YAZAR: Fulya Alikoç
#Diğer Konuk Yazarlar#