8 Eylül 2010 Çarşamba

Being Frank Torres


Verdiğimiz bir karar yahut birinin bizim adımıza verdiği bir karar bütün hayatımızı etkileyebilir. Bir bina içerisinde ya da dışarısında bulunmak. Bir sokaktan geçmek ya da geçmemek. Yaptığınız işe göre de uyarlayabiliriz bunu. Misal bir eğitimci olarak bir okulun iş teklifini kabul etmemiş olmam muhtemelen mesleki hayatımı ve genel olarak yaşamımı etkileyecek bir şey olabilir. Geçtiğimiz yaz üç özel okuldan iş teklifi alan ve bunları bir şekilde reddetmek zorunda kalan biri olarak yazıyorum bunları. Dediğim gibi muhtemelen bir şekilde hayatımızın seyrine müdahalesi olmuştur bu olayların.

Futbolcu bazında gidersek, Rıdvan Dilmen'in Ergün Gürsoy'la önceden konuşmasına rağmen, Fenerbahçe'li olmasından dolayı sarı-lacivert renkleri tercih etmesi muhtemelen bütün hayatını etkilemiş olmalı. Galatasaray'a gitseydi herhangi bir sebepten dolayı hiç oynayamasaydı ve unutulsaydı, bugün Rıdvan Dilmen ismi bambaşka çağırışımlar yapabilirdi. Yine benzer bir örnek Hakan Şükür için verilebilir. Fenerbahçe onu transfer edecekken, bir yöneticinin ortaya attığı "Tanju'ya ayıp olmasın" fikri nedeniyle transferinden vazgeçilmişti. Daha sonra o Hakan Galatasaray'a gitti, ve Türk futbolunun unutulmaz golcüleri arasında yer almayı başardı. Fenerbahçe'ye gelse şu an adı sanı hatırlanmayacaktı belki de..E tabii yine bir ihtimal Fenerbahçe tarihinin unutulmaz oyuncularından biri olma durumu da yaşanabilirdi.

Neyse, fazla laf salatası oldu. Bir de bir dizide, filmde oynayanları, dublörlük yapanları düşünelim. Misal, Lost dizisinde Jack karakterini canlandıran Matthew Fox. Lost dizisinden önceki kariyerine bakın, öyle pek ahım şahım işler çıkardığı söylenemez. Lakin Lost'taki rolü sayesinde bugün dünya'nın pek çok noktasında tanınan bir simadır.

Her kişinin hayatında kırılma noktaları vardır. Yine aynı dizide Kate karakterini canlandıran Evangeline Lilly misal... Kelowna sokaklarında yürürken keşfedilmiştir. Gerçi onu keşfetmek için illa Kelowna sokaklarında arz-ı endam etmesini beklemeye gerek yokmuş aslında. Evinin önünde yürürken de görülse, yine birileri keşfederdi. Ne bileyim yani, ben bir şekilde görüp, herkesten önce keşfetmeyi isterdim aslında. Ama hayat işte... Lost'taki Sawyer abimizi de örnek verebiliriz. Josh Holloway de Lost dizisi öncesinde öyle pek ilgi çekmeyecek işler yapmıştır. Kariyerinde Lost dizisindeki rolü büyüktür.

Daha böyle çok isim sayılabilir. Bugün Josh Holloway misal, Türkiye'ye kadar gelmiş, reklam filmerinde oynamış, hatta Beyaz Şov'a katılmıştır. Düşünün, hayat işte. Nereden nereye? Sokaktaki adam, bakkal, manav, terzi, evinin kızı modundaki Fatma dahil herkes biliyor adamı. İşte "ya Sawyer" falan diyor belki ama tanınıyor sonuçta.

Aynı dizide olan, sadece ilk bölümde çok kısa bir şekilde görünen biri daha var. Aslında hayli zor bir sahnede görev almış biri bu kişi. Ama nedense adı sanı zikredilmiyor hiç. İşinin de ustaları arasında aslında. Kendisi bir dublör. İsmi de Frank Torres. 46 yaşındaki Frank Torres, muhtemelen hatırlayacaklar olacaktır aranızda, Lost'un ilk bölümünde kendisi bir elektrik süpürgesi gibi çeken uçak pervanesi tarafından paramparça edilen biri vardı. O sahnede oynayan dublördü.

Yukarıdaki karede olayı görüyorsunuz. Bu adam ne zaman aklıma gelse, aynı zaman da aklıma ekşi sözlük'ten moloztash'ın Frank Torres'le ilgili eğlenceli yorumu da geliyor. Şöyle yazmış,

"lost denilen dizinin daha beşinci dakikasında ortalığı elektrikli süpürge gibi kendine çeken uçak motorunun önünd jack’in uyarılarına rağmen mal gibi dikilip, pervaneye uçmasıyla pervaneyle birlikte patlayan zenci adamdır bu. seyirci daha diziye ısınmamışken olayın vehametini anlatacak bir figür olarak kullanılmıştır bu adam senaristlerce. diğer bütün karakterlerin geçmişleri vardır da sanki bu adamın yaşamı bu uçak kazasıyla başlayıp bu salak ölümle bitmiş gibidir. diziyi izleyenlerce hep “salak” olarak hatırlanacaktır.

bu rolü canlandıran aktör de dizinin alıp başını gittiğini görüp kafasını ne kadar duvara vurmuştur kimbilir “ah ulan neden öldüm hemen, neden neden nedeeeeen” diye."


Senaristler Frank Torres'i bir şekilde kullandılar. Bizleri de etkiledir tabii sağolsunlar. Kendimizden geçtik ilk izlediğimizde mesela. Ama daha sonra kendimizi diziye öyle bir kaptırdık ki, Frank'i hiç sallamadık. Biz erkekler dizideki bütün güzel hatun kişilerin adını, soyadını, vücutlarındaki her bir noktayı biliyoruz belki, keza dizinin müptelası kadınlar da Jack'ti, Sawyer'dı, belki de Said'di derken hepsinin her bir şeylerini biliyorlar. Hatta belki oradaki köpek var ya hani, Vincent, onun bile hayranı var. Yahut ne bileyim Artz diye bir adam vardı. Sadece tek bölümlük görünmüştü. Patladı gitti o da, ama en azından adını öğrendik, repliklerini duyduk filan. Peki ya Frank Torres? Adam dizinin en etkileyici sahnelerinin birinde oynadı ama bugün yolda birinin karşısına çıkıp, "Ben Lost'un ilk bölümünde patlayan adamım" dese, kimse sallamaz onu. İnanmazlar zaten. İnanan çıksa da, çok da umrunda olmaz sanırım.

Kendisine gerçi tamamen saygısızlık yapmamış Lost ekibi. Halen dizideki dublörlerin koordinatörlüğünü yapıyor ama bir gerçeği değiştirmez bu. Nedir bu bizdeki yönlendirilene meyletme sevdası? Nedir bu bizdeki başrol ya da onun yanındakilere duyulan sevda? Neden Kaygısızlar dizisinde sokaktan geçen tiplemeleri önemsemedik de; gittik Kültigin, Memnun Kaygısız peşinde koştuk misal?

Artık bu yazı bir devrin başlangıcı olsun. Figüranlara, dublörlere de önem verilsin. Onlara da sevgi gösterilerinde bulunalım. Aynı zaman da filmlerde yıllarca oynadığı halde, ismi bilinmeyen tüm oyunculara benzer yaklaşımı gösterelim. Yanlış anlaşılmasın. Bu kadere isyan etmek değildir. Sadece bizi yönlendirenlere başkaldırıdır. Uyuma değerli okur, sen de isyan et!

Yıllarca Hulusi Kentmen'in mutfağında takılan, kimi zaman uşak, kimi zaman da saf sevgili rollerinde oynayan Cevat Kurtuluş gibilerin hakkını verelim. Göksel Arsoy, Ayhan Işık vb. isimleri herkes beğenir, ama Cevat Kurtuluş gibi daha çok yan roller ya da küçük rollerde oynayanlar kıymetini bilenler çok azdı. Dediğim gibi bir devir bitsin, yenisi başlasın.

Figüran, dublör, küçük rollerde oynayanlar el ele...
Hep birlikte sinema devrimi yapma zamandır.

not: iş bu yazı, 3 Aralık 2009 tarihinde Ariel Ortega Blog'da yayımlanmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder