25 Ağustos 2022 Perşembe

Çin Kutusu nedir bilir misiniz?

Çok ender olan politik mizah sinemasının usta yönetmenlerinden Luis Estrada'nın 2014 yapımı 'The Perfect Dictatorship' filminde medya sektörünün kullandığı bir methoddan bahseder; Çin Kutusu.
Tanım olarak da şöyle ifade eder: gizlenmesini ya da arka plana atılmasını istediğiniz bir haberi, başka bir sansasyonel haber ile örtbas edip, halkın ilgisini yeni habere kanalize etmek. Sorulması gereken ise şudur: Gizlenen haber ne?



İlk olarak 1999 yapımı 'La ley de Herodes' filmiyle tanıdığım Yönetmen/Senarist Luis Estrada, o filmde olduğu gibi 2014 yapımı bu filmde de Meksika'nın yozlaşmış siyasilerini konu alıyor. 1999 daki filminden farklı olarak bu kez bu yozlaşmaya medyanın nasıl çanak.tuttuğunu ve hatta medyanın yozlaşmasının siyasetin yozlaşmasından da önde ve önemli olduğunu vurguluyor. Tabi tüm bunları retorik anlatım diliyle anlatmıyor. Meksika halkı da Türkiye halkı gibi bu yozlaşma gerçeğine aşina olduğu için daha çok komedi diliyle içersinde bulundukları traji-komikliği gösteriyor. Yolsuzlukları ve uyuşturucu baronlarıyla meşhur olan Eyalet Valisinin bir medya grubuyla anlaşarak kendisini ülke başkanlığı yarışına sokmasını istiyor. Geçmişte işlediği ve hatta hala işlemekte olduğu suçları unutturmak için ülkedeki mevcut 'ölüm, katliam, çete savaşları vb' gibi sıradanlaşmış(!) suçlar ile halkın ilgisini çekemeyeceklerini anladıklarında kendi olayını kendileri oluşturur. Halkı vicdanen yakalayabilecek, dedikodusu bol olabilecek ve her bireyin kendine has teori ve görüşünün olabileceği türden bir haber tam da Çin Kutusu için bulunmaz bir nimettir. Ve bir çocuk kaçırma olayı organize ederler. 

Tozcu eyalet valisini 'la ley de Herodes' filminde de başrolü oynayan Damian Alcazar oynarken, anlaştığı medya grubunun yöneticiliğini ise geçtiğimiz hafta finalini yapan Better Call Saul'ün sevilen karakteri Lalo Salamanca'yı canlandıran Tony Dalton oynuyor.

16 Ağustos 2022 Salı

Better Call Saul

Tartışmasız şekilde son yılların en iyi dizileri arasında yer alan Breaking Bad'in spinoffu olarak çekilen ve onun kadar başarılı olan Better Call Saul dizisi, 6 sezon 62 bölümün ardından, dün yayınladığı 63.bölüm ile final yaptı. Finale uzanan son 3 bölümün IMDB puanın yüksek olması, 6 sene süren bir dizinin final beklentisinin iyi karşılandığının bir göstergesi. 


---- spoiler alert ----

Final bölümü, birçok dizide yaşadığımız, eski bölümleri bir yere bağlama aceleciliğinde değildi. Standart bir Better Call Saul bölümünde yönetmenin sunumu ve bölümün kurgusu nasıl ise, hemen hemen aynı şekildeydi. Tek bir cümlelik refer bile birçok hikayeyi ve duyguyu toplamaya yetebiliyor. Mesela Mike'ın "zaman makinesi icat edilmiş olsaydı gitmek isteyeceği zaman" sorusuna verdiği ilk cevap olan 8 Aralık 2001 tarihi, oğlu Matt'in öldürüldüğü tarihti. Ama daha sonra o hatanın düzeltilmesi için aslında daha gerilere gidilmesi gerektiğini düşünüp "17 Mart 1984" olarak güncelliyor cevabını, ilk rüşvet aldığı tarihi. Çünkü o düzelmezse, 8 Aralık 2001deki olay da düzelmeyecekti. 8 değil de 18 Aralık, 2001 değil de 2007 olacaktı.

Saul Goodman, savcı yardımcısı ile 7 yıl ceza üzerine anlaşıp mahkemeye bunu tescil ettireceği sırada anlaşmayı kendisi bozuyor ve mahkemeye daha fazlasını anlatmaya başlıyor. İşte bu kısmın 2 açıklaması olabilir. Birincisi Saul Goodman bir arınma durumu yaşıyor ve vicdanını rahatlatıyor. İkincisi ise abisi Chuck Mcgill'e inat giriştiği bu yolda haklı olduğunu göstermek. "Hayatında sahip olduğu tek şeyi aldım; Hukuku" Saul Goodman abisine her şeyin yozlaştığını ve hatta hukukun da yozlaştığını ona bu yolla göstermişti. Ve tüm bu yaptıklarının da bir şekilde tescillenip kötü bir reputation da olsa hak ettiği o itibarı üzerine almak için. (Bunu Breaking Bad'de Walter White'ın gururla Heisenberg olduğunu söylediği, "I am the one who knocks" diye kendisinin de artık korkulan olduğunun bilinmesini istemesi ile benzer görüyorum. Birilerinin yanlış da olsa, illegal de olsa bir başarı elde ettiğinde onu duyurmak istediğini daha önce Wag The Dog filminde Dustin Hoffman'ın canlandırdığı Stanley Motss karakterinde de görmüştük.) Ve Saul Goodman bu itibar sahiplenişin bedelini aldığı 86 yıl ceza ile ödemek zorunda kalıyor. 

Ve böylece Breaking Bad'in ardından, Better Call Saul dizisinin de sonuna gelmiş olduk. 6şar sezondan 12 senemizi güzelleştirdiler. Anlatım o kadar temiz ve güzeldi ki, karakterlerin birçoğundan yeni spinofflar çıka da bilir. Temennim Hector Salamanca spinoff'u.
Adı da The Salamancas: La familia es todo (Aile Her Şeydir)

10 Ağustos 2022 Çarşamba

Bullet Train: Biraz Komedi ve Biraz Karmaşa

John Wick serisinin yönetmeni Chad Stahelski gibi dublörlükten yönetmenliğe geçiş yapan David Leitch'in yönettiği Bullet Train filminin en büyük vaadi şüphesiz Brad Pitt'in kendisi. Tıpkı yönetmenin önceki aksiyon filmi olan Atomic Blonde filminin en büyük vaadinin Charlize Theron olması gibi. İki filmde de yönetmen alışık olduğu aksiyonun hakkını veriyor. Eksiklikler başka noktalarda.


Bullet Train, Japonya'da hızla ilerleyen bir Shinkansen (hızlı tren) üzerinde geçen, aksiyonlu bir komedi filmi. Filmin ana karakteri, yakın zamanda öfke kontrolü eğitimi almış ve artık kimseyi öldürmemeye yemin etmiş olan deneyimli suikastçı Ladybug (Brad Pitt). Ladybug'a basit bir görev tanımlanıyor: başka bir suikastçının yerine geçerek, önemli bir evrak çantasını çalmak ve trenden sessizce inmek. Ancak Ladybug'ın şansı bu kadar da olağanlığa el verişli değil. Tren birbirine düşman olan veya geçmişinden kaçmaya çalışan kiralık katillerle dolu. Bunlardan bazıları: evrak çantasını korumakla görevli Tangerine (Aaron Taylor-Johnson) ve Lemon (Brian Tyree Henry) ikilisi. Bir diğeri, masum bir okul kızı gibi davranan ama acımasız olan The Prince (Joey King). Ve trende bulunan yaşlı suikastçı The Elder (Hiroyuki Sanada). Ve bu olayların ve kişilerin hepsi,Yakuza ailesini de ele geçirmiş olan Rus suç patronu White Death'e (Michael Shannon) de bir şekilde bağlanıyor.

Görevin basit bir hırsızlık olarak başlamasına rağmen, tren ilerledikçe bu farklı katiller arasında silahlar, bıçaklar ve yumruklar konuşmaya başlıyor. Görünüşte alakasız olan tüm bu karakterlerin aslında kader, şans ve karma gibi temalarla birbirine dolanmış olduğu ortaya çıkıyor. Ladybug ise tüm bu kargaşanın ortasında, silahsız kalarak ve sürekli kişisel gelişim üzerine yorumlar yaparak hayatta kalmaya çalışıyor. Filmin kara komik kısmını Brad Pitt üstleniyor yani.

Film teknik açıdan ve lojistik olarak iddialı olsa da, duygusal veya entelektüel açıdan derin bir iz bırakmıyor. Film, hem bir yandan seyri kolay hafif bir izlenim vaat ederken, hem de diğer yandan dramatik anlarda izleyiciyi vurmaya çalışarak iki ucu da bir arada tutmak istiyor gözüküyor ama bu durum biraz zorlama ve samimiyetsiz kalıyor. Aksiyon sahnelerinde eski bir dublör olmasından dolayı yönetmen elinden gelenin en iyisini yapmış. Ancak bunda da mekanın tren oluşundan dolayı ortamın sınırlı oluşuna takılmış. Ve bu sebeple kendini tekrara düşüyor bazı sahneler. 


Filmin kaynağı Japon yazar Kotaro Isaka'nın romanı olmasına ve Japon kültürüne ait ögeler kullanılmasına ve hatta Japonya'da geçmesine rağmen Japon karakterin başrolden uzak tutulması ayrı bir tartışma konusu. Filmin büyük bir kısmı yeşil perdede çekilmiş, şehir manzaraları ve kırsal alanlar çoğunlukla minyatürler ve CGI olarak karşımıza çıkıyor. Tüm bunlar filmi oldukça yapay yapıyor ne yazık ki. Seyircinin zihninde kök salmayacak belki bu film, ama yorgun bir yaz akşamında kılçıksız izlenebilecek bir film olduğu rahatlıkla söylenebilir.