10 Ağustos 2022 Çarşamba

Bullet Train: Biraz Komedi ve Biraz Karmaşa

John Wick serisinin yönetmeni Chad Stahelski gibi dublörlükten yönetmenliğe geçiş yapan David Leitch'in yönettiği Bullet Train filminin en büyük vaadi şüphesiz Brad Pitt'in kendisi. Tıpkı yönetmenin önceki aksiyon filmi olan Atomic Blonde filminin en büyük vaadinin Charlize Theron olması gibi. İki filmde de yönetmen alışık olduğu aksiyonun hakkını veriyor. Eksiklikler başka noktalarda.


Bullet Train, Japonya'da hızla ilerleyen bir Shinkansen (hızlı tren) üzerinde geçen, aksiyonlu bir komedi filmi. Filmin ana karakteri, yakın zamanda öfke kontrolü eğitimi almış ve artık kimseyi öldürmemeye yemin etmiş olan deneyimli suikastçı Ladybug (Brad Pitt). Ladybug'a basit bir görev tanımlanıyor: başka bir suikastçının yerine geçerek, önemli bir evrak çantasını çalmak ve trenden sessizce inmek. Ancak Ladybug'ın şansı bu kadar da olağanlığa el verişli değil. Tren birbirine düşman olan veya geçmişinden kaçmaya çalışan kiralık katillerle dolu. Bunlardan bazıları: evrak çantasını korumakla görevli Tangerine (Aaron Taylor-Johnson) ve Lemon (Brian Tyree Henry) ikilisi. Bir diğeri, masum bir okul kızı gibi davranan ama acımasız olan The Prince (Joey King). Ve trende bulunan yaşlı suikastçı The Elder (Hiroyuki Sanada). Ve bu olayların ve kişilerin hepsi,Yakuza ailesini de ele geçirmiş olan Rus suç patronu White Death'e (Michael Shannon) de bir şekilde bağlanıyor.

Görevin basit bir hırsızlık olarak başlamasına rağmen, tren ilerledikçe bu farklı katiller arasında silahlar, bıçaklar ve yumruklar konuşmaya başlıyor. Görünüşte alakasız olan tüm bu karakterlerin aslında kader, şans ve karma gibi temalarla birbirine dolanmış olduğu ortaya çıkıyor. Ladybug ise tüm bu kargaşanın ortasında, silahsız kalarak ve sürekli kişisel gelişim üzerine yorumlar yaparak hayatta kalmaya çalışıyor. Filmin kara komik kısmını Brad Pitt üstleniyor yani.

Film teknik açıdan ve lojistik olarak iddialı olsa da, duygusal veya entelektüel açıdan derin bir iz bırakmıyor. Film, hem bir yandan seyri kolay hafif bir izlenim vaat ederken, hem de diğer yandan dramatik anlarda izleyiciyi vurmaya çalışarak iki ucu da bir arada tutmak istiyor gözüküyor ama bu durum biraz zorlama ve samimiyetsiz kalıyor. Aksiyon sahnelerinde eski bir dublör olmasından dolayı yönetmen elinden gelenin en iyisini yapmış. Ancak bunda da mekanın tren oluşundan dolayı ortamın sınırlı oluşuna takılmış. Ve bu sebeple kendini tekrara düşüyor bazı sahneler. 


Filmin kaynağı Japon yazar Kotaro Isaka'nın romanı olmasına ve Japon kültürüne ait ögeler kullanılmasına ve hatta Japonya'da geçmesine rağmen Japon karakterin başrolden uzak tutulması ayrı bir tartışma konusu. Filmin büyük bir kısmı yeşil perdede çekilmiş, şehir manzaraları ve kırsal alanlar çoğunlukla minyatürler ve CGI olarak karşımıza çıkıyor. Tüm bunlar filmi oldukça yapay yapıyor ne yazık ki. Seyircinin zihninde kök salmayacak belki bu film, ama yorgun bir yaz akşamında kılçıksız izlenebilecek bir film olduğu rahatlıkla söylenebilir. 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder