Sevmek, sevilenin o aynaya bakmasıdır.” (Özdemir Asaf)
Şimdi dizeleri ilk okuyanlar Yay filmiyle bu dizelerin ne alakası var demiş olabilir. Bazı sanat eserleri vardır asla içe kapanmaz, üzerine yaptığınız yorum da asla son yorum değildir. Bir başlangıçtır sadece, metin karşısındaki çaresizliktir. Ama bu güzeldir de, zira bu durumda sanatçının kafasını okumak zorunda kalmazsınız, metinle baş başasınızdır.
Aşk herhalde filmlerde en çok kullanılan temadır. Ama genelde esas oğlanla esas kız genç ve güzel olurlar. Bazen biri karşılıksız bir aşk besler ve biz film boyunca karşı tarafın da onu sevmesini bekleriz. Ama kimi durumla vardır ki, karşı tarafın sevmeye hakkı olmadığını, haddini bilmesi gerektiğini düşünürüz. Bu filmdeki yaşlı adam da “toplumun kanununa” aykırı gelmektedir kendinden onlarca yaş küçük bir kıza tutkuyla bağlanmakla. Ama kız başka birinin aynasına bakmayı tercih eder, adamın aynası çok derindir; derin, bulanık ve korkutucu… Yaşlı adama da aynayı parçalamaya girişmekten başka çare kalmaz.
Kim ki Duk’un 12. filmi “Yay” da yönetmenin sinemasına yaraşır biçimde oluşturulan dingin anlatımı, sınırlı diyalog ve tek mekân öğeleriyle çizgisini devam ettiriyor, belirginleştiriyor. Tek bir mekânda, açık denizdeki bir balıkçı teknesinde geçen film sözler yerine bakışlar, hareketler ve beden diliyle belirlenen minimalist anlatımıyla diğer filmlerinde olduğu gibi sözcüklere dökülemeyecek tuhaf ama yeni fark edişlere götürüyor seyirciyi. Yine filmin başında sessiz ve garip karakterlerinden ürküyor ama tam da onlarla uzlaşmanız size imkânsız gelmeye başlarken genel ahlak anlayışının ve bütün akıl yasalarının ötesinde bir yerde buluşuveriyorsunuz onlarla.
Filmde 60 yaşlarında bir adam 7 yaşından beri bulup baktığı kızın reşit olmasını beklemektedir. Kız 17 yaşında girdiğinde onunla evlenecektir. Denizin açıklarında karaya hiç çıkmadan yaşayan ikili geçimlerini açıkta balık tutmak isteyen misafirlerden sağlamaktadırlar. Yaşlı adam ve genç kız bu misafirlere kendi yöntemleriyle fal da bakarlar. Yaşlı adam geleceği tahmin etmek için kullandığı yayı aynı zamanda kıza kur yapmaktan vazgeçmeyen balıkçıları kızdan uzak tutmak için de kullanır. Yaşlı adamın yıllardır düşlediği düğüne birkaç ay kala balık tutmak için gelen genç bir misafirle kızın arasında yaşanan yakınlaşmayı yaşlı adam bir tehdit olarak algılarken, genç kız hayatında ilk kez sınırlı dünyasını sorgular ve dış dünyayı merak eder. Yaşlı adam iki genç arasındaki yakınlaşmaya engel olmaya çalışsa da başarılı olamaz. Genç kız, bütün hayatını geçirdiği gemi ve yaşlı adamla hiç bilmediği dünya ve genç adam arasında bir seçim yapmak zorunda kalır.
Filmde yaşamla ölüm arasındaki sınırı temsil eden yay yönetmen için daha derin anlamlar ifade diyor aslında. Metaforu bol sinema dilinin insan zaaflarını betimlemede kullandığı bir sembol belki de, aynı yönetmenin belirttiği gibi: “Filmde kullandığım yay, aslında bir sembol. Yayı elinize aldığınızda ipini şöyle bir gerseniz, bunun ne kadar zor olduğunu; ne kadar çok çaba harcamak gerektiğini hemen anlarsınız. Benim asıl anlatmak istediğim bu yayı tutan yaşlı adamın hikâyesi. Yaşlanmanın, giderek güçten düşmenin nasıl bir duygu olduğunu aktarmak istedim. Bir teknede yaşayan yaşlı adamla genç kızın hikâyesinin “sonsuza dek mutlu yaşadılar” şeklinde sona ermesini istemedim. Öte yandan aşkın ve mutluluğun sadece fiziksel olmadığını, ruhani bir yanının da bulunduğunu anlatmak istedim. Filmde bu yüzden mistik bir yan var.”
Filmde yaşlılığın insanları nasıl çaresizleştirdiğini anlatmaya çalıştığını söyleyen yönetmen bizi yine insan doğasının ve insan ilişkilerinin zamanla geçirdiği dönüşümlere tanık ediyor. Bu garip adamın kıza ne tür bir aşkla bağlandığını sorgularken genç çocukla yaşadığı yakınlaşma sonucu adamın kızın üzerinde kurduğu baskıyı görüp insanların yaşlandıkça tutkularının ne kadar arttığını anlıyoruz. Yönetmen aslında bize “Boş Ev” de olduğu gibi ama bu sefer tutkulu ama bir o kadar da tehlikeli bir aşk öyküsü anlatıyor. Bizi aşkın kökenlerine götürürken, onun beraberinde getirdiği kıskançlık, sahiplenme ve giderek yok etme içgüdüsünü de gözler önüne seriyor.
Filmin başında adamın kıza gösterdiği ilgi ve sevgisi, aşırı korumacılığı, içinde bulundukları garip ilişkilerine mesafeli ama uzlaşabilir bir şekilde yaklaşmamıza neden oluyor. Ama kızın seçim aşamasında adamın kızın üzerindeki baskısını artırarak iktidarını korumaya çalışması, takvimden günler çalarak evlenmedeki acele ve ısrarını somutlaştırması yani kısacası bu hırçın ve uzlaşmaz tavrı bizi çok rahatsız ediyor. Adamla kızın arasındaki gerilim arttıkça seyirci ile adam arasındaki gerilim de artıyor. Ama filmin sonuna doğru bu tuhaf, antipatik tavrının kökeninde yatan tutkulu aşkını hissediyoruz. Hissediyoruz ama kelimelere dökemiyoruz… Adam farklı bir boyut kazanıyor gözümüzde. Kızın gittiği motorun ipini boynuna bağlaması seyirciye adamın tutkularının sınırlarını sorgulatırken çaresizliğini de gözler önüne seriyor. Bu sefer de acımayla bezenmiş tuhaf bir yakınlık duyuyoruz bu yaşlı adama. Onu tam olarak anlayamasak da eskisi gibi kızamıyoruz. Filmin sonu ise aşkı fiziksel sınırlarından çıkarıp ona mistik bir boyut kazandırıyor. Esrarengiz sonun kafamızda yarattığı onlarca soru işareti ruhumuzun salondan dingin ayrılmasını engelliyor. Kim Ki Duk’un aklımızın almadığı karakterleriyle insan ruhunun ve mistik aşkın derinliklerinde buluşuyoruz. Aşkın farklı bir boyutuyla tanışıyoruz. Hikâye genç kızın yaşlı adama sürpriz bir şekilde âşık olmasıyla bitmiyor tabi ki. Zaten filmin derdi de toplumdaki hâkim, herkesin hayalini kurduğu aşkın peşinde gezinmek değil, kanımca aşkı yapı bozuma uğratmak.
Her filminde diyalogların giderek azaldığı Kim Ki Duk aldığı resim eğitiminin etkisiyle sanki filmleriyle resim çiziyor, resim sanatının alamet-i farikaları sinemasının duru ama çarpıcı anlatımında hayat buluyor. Beden dilinin ve resimsel sinematografinin imkânlarını kullanarak sinemanın gerçek gücüne hayran kalmamıza neden oluyor. Öyküsünü planlarla aktararak seyirciyi diyalogların altında bırakmıyor, aksine onları planları hazmedip yorumlamada özgür bırakarak sanat yapıtının biraz da sanatçı ile yapıtı algılayan arasında bir paylaşım, bir ortak üretim olduğunu bir kere daha kanıtlıyor.
güzel yorum olmuş.Kim ki Duk'un çok konuşmadan çok şey anlatan karakterleri izleyiciyi ne kadar güzel düşündürüyor.Sanırım Shi Gan en çok konuşma olan filmiydi ama yine de mesajlar çok netti.Yay ise görsel bir şölen.Rengarenk.
YanıtlaSil"Hayatımın sonuna dek bir yay gerginliğinde hür bir ses gibi yaşamak istiyorum."
YanıtlaSilKim Ki Duk-Yay. Tanrının bir mucizesi olduğuna inandığım şaheser.Varlığı benim için gayet sanatsal.