Together filminin merkezindeki fikir, oldukça eski bir mitolojik anlatıya dayanıyor. Platon'un Şölen diyaloğunda geçen Aristophanes'in "yarım insanlar" hikayesine. Bu mite göre insanlar bugünkünden farklı; 4 kolu, 4 bacağı, 2 yüzü, tek kafası olan ve kendi kendine yeten güçlü varlıklardı. Ancak bu güçleriyle tanrılara meydan okumaya kalkınca Zeus insanları cezanlandırdı ve  her birini ortadan ikiye böldü. İşte insanlar o andan itibaren hep diğer yarısını aramaya koyuldu. Bulunca ne olduğu ise bu filmde.



Yıllar önce bir arkadaşıma ilişkisini sorduğumda "Çok iyi. Ben mandalinanın içini yiyorum, o ise kabuklarını" demişti. Birlikte olmanın tuhaf ama aynı zamanda tamamlayıcı bir şey olabileceği gerçeğini göstermişti bana. Michael Shanks'in ilk uzun metraj filmi Together'ı izlerken bu anımı hatırladım. Çünkü filmde iki insanın birbirini tamamlamasının güzelliği ile boğuculuğu arasındaki ince çizgiyi, hem mitolojik hem de korku öğeleri üzerinden sorguluyor.

Hikaye, öğretmen olan Millie'nin (Alison Brie) yeni işi nedeniyle şehirden kırsala sevgilisi Tim (Dave Franco) ile taşınmasıyla başlıyor.  Tim 30'lu yaşlarının ortasına gelmiş olmasına rağmen hala müzik kariyerinde tutunmaya çalışan, ehliyeti olmayan bir 'yetişkin ergen' görünümünde iken Millie ayakları sağlam yere basan ve düzenli bir işi olan taraf. Film boyunca ikilinin birbirinin zıttı oluşunun yanında birbirini tamamlayan çift oluşuna da değiniyor. Bu altlığın sebebi ise yukarıda anlattığım mitolojik hikayeden kaynaklanıyor. İkilinin arasındaki bu durum, bir doğa yürüyüşü yaptıkları sırada içine düştükleri mağarada ortaya çıkıyor. Mağaradaki suyun teması ile gizli olan bir ayini istemeden de olsa gerçekleştirmiş oluyorlar ve bedenleri birbirine doğru çekilmeye başlıyor. Burada Shnaks'ın yaptığı şey, Platon'nun 'öteki yarını bulmak' fikrini korku merceğinden okumak oluyor. Ruh eşini bulmak mı istiyorsun? Film diyor ki: "dikkat et, bu arayış seni yok edebilir." Tabi bu yok oluşun bedensel bir yok oluş. İki bedenin tek bedene sığdırılarak bir bedeni yok eden bir yok oluş. Buna ek olarak Cronenberg'in beden korkusuna göndermeler ve John Carpenter'ın The Thing'ini hatırlatan yapışkan efektler filmi hem rahatsız edici hem de düşündürücü kılıyor. 

Millie'yi canlandıran Alison Brie ile Tim'i canlandıran Dave Franco'nun gerçek hayatta da birlikte oluşları, filme hem samimiyet hem de rahatsız edici bir yoğunluk da katıyor. Seyircinin önünde canlanan şey, yalnızca bir çiftin gerilimi değil, ilişkilerdeki bazı korkular: bağımsızlığını kaybetme, ötekinin gölgesinde kalma, 'biz' olurken 'ben'i yitirme. 


Filmin eksikliklerini de görmezden gelmemek gerekiyor. Öncelikle, mitolojik arka plan çok güçlü olmasına rağmen karakterlerin psikolıjik derinliği yeterince işlenmediği için bu mit bazen sadece yüzeyde kalıyor. Ayrıca filmin ritmik temposu da dengesiz. İlk bölümde ilişkiye dair gerçekçi çatışmalar güzelce kuruluyor ama finalde olayların hızla toparlanması ve kolay açıklamalara girişilmesi filmin etkisini düşürüyor. Olay hızlıca çözülüp, tüm gizemlerinden arındırılarak seyirciye buyur ediliyor adeta. 

Her ne kadar kimi yerlerde 'Body Horror for Beginners' havası verse de, türün kalıplarını, romantik ilişki dramasıyla kaynaştırma cesaretiyle yılın en dikkat çeken korku filmi yapımlarından birisi oldu Together. Daha güçlü psikolojik derinlik, son bölümde daha güzel ve doyurucu bir çözüm olsa, potansiyelini daha iyi yansıtabilecek bir yapım olurdu. Ama yine de ilk uzun metraj denemesi olan yönetmen Michael Shanks'ın yönetmenlik yolculuğu için umut verici bir başlangıç. 


HATIRLATMA: Son yazıdan (10/09/25) bugüne (14/09/25) 18'i açlıktan 215 kişi daha Gazze'de İsrail tarafından öldürüldü !



Bu yıl düzenlen Emmy Ödüllerinde beklendiği üzere Adolescence mini dizisi damga vurdu. Netflix'te yayınlanan ve daha önce tek plan çekimli filmi Boiling Point ismini duyuran Philip Barantini'nin yönetmenlik yaptığı Adolescence mini dizisi, Mini Dizi dalında; En İyi Mini Dizi, En İyi Yönetmen, En İyi Senaryo, En İyi Erkek Oyuncu, En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu, En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu, En İyi Sinematografi ve En İyi Cast ödüllerinin sahibi oldu. Bu ödüllerin 3'ü (En İyi Film, En İyi Senaryo ve En İyi Erkek Oyuncu) direkt Stephan Graham'ın kucağına gitti.


Gecenin en büyük ödülü kabul edilen, drama dalında En İyi Dizi ödülünü bir hastanenin acil servisinde yaşananları, neredeyse gerçeğe yakın şekilde anlatan The Pitt (Çukur) aldı. En İyi Erkek oyuncu da dahil olmak üzere toplamda 5 Emmy'nin sahibi oldu. HBO Max'te izlenebilen The Pitt, 15 bölümlük ilk sezonunu tamamladı ve 2026 başlarına 2.sezon takvimini duyurdu.

Komedi dalında ise gecenin en büyük kazananı Seth Rogan'ın başrolünde olduğu ve Sal Saperstein diye ikonik bir karakterin yaratıldığı The Studio dizisi oldu. Toplamda 13 Emmy alarak geceye damgasını vuran yapımlardan oldu.

Mini dizi dalında yarışan The Penguen dizi de Cristin Milioti ile  En İyi Kadın Oyuncu ödülünün sahibi oldu.

Diğer Kazananlar:

En İyi Drama Dizisi

  • KAZANAN: The Pitt (HBO Max)
  • Andor (Disney+)
  • The Diplomat (Netflix)
  • The Last of Us (HBO Max)
  • Paradise (Hulu)
  • Severance (Apple TV+)
  • Slow Horses (Apple TV+)
  • The White Lotus (HBO Max)

En İyi Komedi Dizisi

  • KAZANAN: The Studio (Apple TV+)
  • Abbott Elementary (ABC)
  • The Bear (Hulu)
  • Hacks (HBO Max)
  • Nobody Wants This (Netflix)
  • Only Murders in the Building (Hulu)
  • Shrinking (Apple TV+)
  • What We Do in the Shadows (Hulu)

En İyi Mini Dizi

  • KAZANAN: Adolescence (Netflix)
  • Black Mirror (Netflix)
  • Dying for Sex (Hulu)
  • Monsters: The Lyle and Erik Menendez Story (Netflix)
  • The Penguin (HBO Max)

En İyi Aktör - Drama

  • KAZANAN: Noah Wyle - The Pitt (HBO Max)
  • Sterling K Brown - Paradise (Hulu)
  • Gary Oldman - Slow Horses (Apple TV+)
  • Pedro Pascal - The Last of Us (HBO Max)
  • Adam Scott - Severance (Apple TV+)

En İyi Aktrist - Drama

  • KAZANAN: Britt Lower - Severance (Apple TV+)
  • Kathy Bates - Matlock (CBS)
  • Sharon Horgan - Bad Sisters (Apple TV+)
  • Bella Ramsey - The Last of Us (HBO Max)
  • Keri Russell - The Diplomat (Netflix)

En İyi Aktör - Komedi

  • KAZANAN: Seth Rogen - The Studio (Apple TV+)
  • Adam Brody - Nobody Wants This (Netflix)
  • Jason Segel - Shrinking (Apple TV+)
  • Martin Short - Only Murders in the Building (Hulu)
  • Jeremy Allen White - The Bear (Hulu)

En İyi Aktrist - Komedi

  • KAZANAN: Jean Smart - Hacks (HBO Max)
  • Uzo Aduba - The Residence (Netflix)
  • Kristen Bell - Nobody Wants This (Netflix)
  • Quinta Brunson - Abbott Elementary (ABC)
  • Ayo Edebiri - The Bear (Hulu)

En İyi Aktör - Mini Dizi

  • KAZANAN: Stephen Graham - Adolescence (Netflix)
  • Colin Farrell - The Penguin (HBO Max)
  • Jake Gyllenhaal - Presumed Innocent (Apple TV+)
  • Bryan Tyree Henry - Dope Thief (Apple TV+)
  • Cooper Koch - Monsters: The Lyle and Erik Menendez Story (Netflix)

En İyi Aktrist - Mini Dizi

  • KAZANAN: Cristin Milioti - The Penguin (HBO Max)
  • Cate Blanchett - Disclaimer (Apple TV+)
  • Meghan Fehy - Sirens (Netflix)
  • Rashidah Jones - Black Mirror (Netflix)
  • Michelle Williams - Dying for Sex (Hulu)

En İyi Yardımcı Aktör - Drama

  • KAZANAN: Tramell Tillman - Severance (Apple TV+)
  • Zach Cherry - Severance (Apple TV+)
  • Walton Goggins - The White Lotus (HBO Max)
  • Jason Isaacs - The White Lotus (HBO Max)
  • James Marsden - Paradise (Hulu)
  • Sam Rockwell -The White Lotus (HBO Max)
  • John Turturro - Severance (Apple TV+)

En İyi Yardımcı Aktrist - Drama

  • KAZANAN: Katherine LaNasa - The Pitt (HBO Max)
  • Patricia Arquette - Severance (Apple TV+)
  • Carrie Coon - The White Lotus (HBO Max)
  • Julianne Nicholson - Paradise (Hulu)
  • Parker Posey - The White Lotus (HBO Max)
  • Natasha Rothwell - The White Lotus (HBO Max)
  • Aimee Lou Wood - The White Lotus (HBO Max)

En İyi Yardımcı Aktör– Komedi

  • KAZANAN: Jeff Hiller - Somebody Somewhere (HBO Max)
  • Ike Barinholtz - The Studio (Apple TV+)
  • Colman Domingo - The Four Seasons (Netflix)
  • Harrison Ford - Shrinking (Apple TV+)
  • Ebon Moss-Bachrach - The Bear (Hulu)
  • Michael Urie - Shrinking (Apple TV+)
  • Bowen Yang - Saturday Night Live (NBC)

En İyi Yardımcı Aktrist – Komedi

  • KAZANAN: Hannah Einbinder - Hacks (HBO Max)
  • Liza Colón-Zayas - The Bear (Hulu)
  • Kathryn Hahn - The Studio (Apple TV+)
  • Janelle James - Abbott Elementary (ABC)
  • Catherine O'Hara - The Studio (Apple TV+)
  • Sheryl Lee Ralph - Abbott Elementary (ABC)
  • Jessica Williams - Shrinking (Apple TV+)

En İyi Yardımcı Aktör – Mini dizi

  • KAZANAN: Owen Cooper - Adolescence (Netflix)
  • Javier Bardem - Monsters: The Lyle And Erik Menendez Story (Netflix)
  • Bill Camp - Presumed Innocent (Apple TV+)
  • Rob Delaney - Dying For Sex (Hulu)
  • Peter Sarsgaard - Presumed Innocent (Apple TV+)
  • Ashley Walters - Adolescence (Netflix)

En İyi Yardımcı Aktrist – Mini dizi

  • KAZANAN: Erin Doherty - Adolescence (Netflix)
  • Ruth Negga - Presumed Innocent (Apple TV+)
  • Deirdre O'Connell - The Penguin (HBO Max)
  • Chloë Sevigny - Monsters: The Lyle And Erik Menendez Story (Netflix)
  • Jenny Slate - Dying For Sex (Hulu)
  • Christine Tremarco - Adolescence (Netflix)

En İyi Senaryo - Komedi

  • KAZANAN: Seth Rogen, Evan Goldberg, Peter Huyck, Alex Gregory, Frida Perez - The Studio
  • Quinta Brunson - Abbott Elementary
  • Lucia Aniello, Paul W. Downs and Jen Statsky - Hacks
  • Nathan Fielder, Carrie Kemper, Adam Locke-Norton, Eric Notarnicola - The Rehearsal
  • Hannah Bos, Paul Thureen, Bridget Everett - Somebody Somewhere
  • Sam Johnson, Sarah Naftalis, Paul Simms - What We Do in the Shadows

En İyi Senaryo – Drama

  • KAZANAN: Dan Gilroy - Andor
  • Joe Sachs - The Pitt
  • R. Scott Gemmill - The Pitt
  • Dan Erickson - Severance
  • Will Smith - Slow Horses
  • Mike White - The White Lotus

En İyi Senaryo – Mini Dizi

  • KAZANAN: Jack Thorne, Stephen Graham - Adolescence
  • Charlie Brooker, Bisha K. Ali - Black Mirror
  • Kim Rosenstock, Elizabeth Meriwether - Dying for Sex
  • Lauren LeFranc - The Penguin
  • Joshua Zetumer - Say Nothing

En İyi Yönetmen – Komedi

  • KAZANAN: Adam Randall, Slow Horses
  • Janus Metz, Andor
  • Amanda Marsalis, The Pitt
  • John Wells, The Pitt
  • Jessica Lee Gagné, Severance
  • Ben Stiller, Severance
  • Mike White, The White Lotus

En İyi Yönetmen – Drama

  • KAZANAN: Seth Rogen, The Studio
  • Ayo Edebiri, The Bear
  • Lucia Aniello, Hacks
  • James Burrows, Mid-Century Modern
  • Nathan Fielder, The Rehearsal

En İyi Yönetmen – Mini Dizi

  • KAZANAN: Philip Barantini, Adolescence
  • Shannon Murphy, Dying for Sex
  • Helen Shaver, The Penguin
  • Jennifer Getzinger, The Penguin
  • Nicole Kassell, Sirens
  • Lesli Linka Glatter, Zero Day


HATIRLATMA: Son yazıdan (10/09/25) bugüne (14/09/25) 18'i açlıktan 215 kişi daha Gazze'de İsrail tarafından öldürüldü !




"Gece saat 02:17'de Bayan Gandy'nin sınıfındaki bütün çocuklar uyandılar, evin kapısını açıp karanlığa karıştılar. Ve bir daha asla geri dönmediler." Film bu girişle başlayarak daha ilk dakikadan merak duygusuyla sizi içeri buyur ediyor. İyi bir kadro, rashomon* anlatım tekniğiyle çok katmanlı bir anlatımının olması ve konunun 'kaybolan çocuklar' olması onu 2025'in en çok konuşulan korku filmi yapıyor. Peki yılda ortalama 15 bin çocuğun kaybolduğu (tüik'e göre) bir ülkede yaşayan bizler için de bu film korkutucu mu? 



Kim ne derse desin, Weapons yılın en unutulmaz açılış sahnelerinden birine sahip. 17 çocuğun gece 02:17'de evlerinden çıkıp, kollarını bir uçak gibi açıp aynı istikamete doğru koşmaları, hem rahatsız edici hem de büyüleyici bir giriş. Sırf bu sahne bile filmin neden bu kadar övgü topladığını anlamak için yeterli. Daha ilk sahneden yönetmen Zach Cregger, seyirciye saf bir kabus atmosferi yaşatıyor: açıklanamayan, mantıkla kavranamayan, ama his olarak derinden sarsan bir duyguyla.

Filmin anlatı yapısı da beğenilmesi için bir diğer etken. Hikayeyi 6 farklı kişinin penceresinden anlatarak, en sonunda çözüme kavuşturuyor. İlk başta hikaye sınıfındaki 18 öğrenciden 17sinin kaybolduğu öğretmen Justine Gandy (Julia Garner) ile başlıyor. İkinci kısımda ise çocuğu kaybolan velilerden biri olan Archer'ın (Josh Brolin) gözünden izliyoruz. Üçüncü kısımda yorgun polis Paul (Alden Ehrenreich), dördüncü kısımda esrarkeş James (Austin Abrams). Beşinci kısımda da sevdiğimiz Hong Kong asıllı İngiliz aktör Benedict Wong'un canlandırdığı, okulun müdürü olan Marcus'u izliyoruz. Ve son olarak o gece 02.17'de sınıfın kaybolmayan tek öğrencisi olan Alex (Cary Christopher). Bu yapı, filmin yalnızca bir gizem çözme çözme hikayesi olmasının önüne geçiyor ve bu kaybolma olayının farklı yüzlerini görmemizi sağlıyor. Ama yine de buraya bir şerh koymak istiyorum, ona birazdan geleceğim. 

Filmin bu yapısal kurgu başarısını cebimize koyup, filme teknik açıdan bakmaya devam edecek olursak, bir artı da görüntü yönetmenine yazmamız gerekiyor. Kamera hareketleri izleyiciyi olayların içine sokuyor ve filmin temposunu canlı tutuyor. Yönetmen bu tarzını bir önceki korku filmi olan Barbarian'da da izlemiş ve onu da beğenmiştik. Buraya kadar geldiyseniz ve filmi izlemediyseniz filmi izlemeye davet ediyorum sizi. İzlemiş olanları yazının devamına alıp gidiyorum.


Geleyim madalyonun öteki yüzüne, yani filmin eleştirilecek yanlarına. Weapons, filmin başlangıcında öylesine güçlü bir gizemle izleyiciyi yakalıyor ki, devamında sunduğu açıklamalar yetersiz kalıyor. Çocukların kayboluşunun ardındaki cadı figürü, masalsı bir korku motifi olarak karşımıza karikatürize şekilde çıkıyor, baştaki derinliği doldurmuyor. Toplumsal travmalar, okul saldırısı göndermeleri ya da kuşak çatışmaları gibi yorumlanabilecek güçlü çağrışımlar, filmin sonunda 'yaşlı bir cadının gençleşme büyüsü'ne indirgenmiş oluyor. Ve bunu çok acelecilikle yapıyor. Girdisi çıktısı epi topu 20 dakika misali gibi karga tulumba filme dalıp çıkarılıyor. 

Az önce düştüğüm şerhe dönelim. Filmin farklı karakterlere bölünmüş yapısı her ne kadar anlatıyı güçlendirse de, bir noktadan sonra ana hikayeden uzaklaştırabiliyor. Filmin dikine akmasından ziyade, yanlara doğru genleşmesine sebep oluyor. Filmin başında merakla dolan izleyici 'hadi artık, ver bana şu çocukların hikayesini' diyebilecek kıvama geliyor. 

Filmin ismi 'silahlar' anlamına geliyor. Filmi izlediğimizde neye silah diyebileceğimizi tahmin edebiliyoruz, ısı güdümlü füzeye gibi zombileştirilmiş, büyülenmiş çocuklar ve diğerleri. Ancak filmin genel temasında bu ismin hakkı çok verilmiyor ve yan hikaye gibi duruyor. Tüm bunların yanında evin tepesine bir silah görseli konması da filmin bence en kötü anı idi.

Bütün bu artı ve eksilere rağmen Weapons hala yılın en iyi korku filmlerinden biri. Ancak filmin aldığı övgülerin biraz overrated olduğu fikrindeyim. Alışılmış korku kalıplarını bozduğu için otomatik olarak bir başyapıt yapılmaya çalışılıyor, yavaş olunsun biraz. Oysa bir adım geriye çekilip baktığımızda Weapons filmi, çok güçlü bir giriş ve teknik beceri üzerine kurulmuş, ama dramatik ve tematik olarak derinlemesine işlenememiş bir film gibi duruyor. Yönetmenin son dönemde çektiği diğer korku filmi olan Barbarian ile kıyaslayacak olursak, yapım olarak Weapons daha iyi ve üst seviye. Ancak korku için bence Barbarian bir adım daha önce. 

*rashomon: aynı olayı farklı yön ve kişiler tarafından ele alıp, bakış çerçevesini zenginleştirme tekniği.


Türkiye'de Kaybolan Çocuklar:

Birazdan yazının başında değindiğim konuyu yazayım. Geçen sene bu aylarda basında şöyle bir haber çıkmıştı: "Türkiye'de her sene 10 bin çocuk kayboluyor. Ve Tüik bu rakamları son 10 yıldır açıklamıyor". Oldukça vahim ve endişe uyandırıcı bir iddiaydı. Bu sebep olacak olsa gerek İletişim Başkanlığı Dezenformasyonla Mücadele Merkezi (DMM) hemen bir yalanlama yayınlayarak 'Türkiye'de resmi rakamlara göre yılda 10 bin çocuk kayboluyor" iddiasının doğru olmadığını söyledi (03/09/2024). Ki bu konuda haklıydı. Çünkü Tüik'in 17/10/2024 tarihinde açıkladığı rapora göre bu sayı 10 bin değil, 15 bindi. DMM bir nevi sayının az söylendiğine itiraz etmiş gibi oldu. Yayınladığı rapora göre 2023 yılında yapılan kayıp ihbarları + kayıp çocuk bulma ihbarları toplam 15716 !. Yandaş medya bu raporu : 2023 yılında kaybolan 15716 çocuk bulundu diye servis etti. Oysa tamamen okuduğunu anlamama ya da algıyı yönetme hareketiydi bu. Raporun okunma şeklini tekrar edeyim. Verilen bu 15716 sayısı, hem aileler tarafından çocuklarının kaybolduğu ihbarını içeriyor. Hem de vatandaşlar tarafından 'sokağımda kayıp bir çocuk buldum' ihbarını. Yani totalde kaç çocuğun bulunduğunu ya da hala bulunamadığını bilemiyoruz.

DMM'nin 10bin sayısına itirazı


Tüik'in Eylül 2024 tarihinde yayınladığı rapoa göre kaybolan çocuk sayısı tablosu

Kaybolan çocukların kaçının öldürüldüğünü, kaçının organ mafyasının, suç örgütlerinin, dilencilerin veya tecavüzcülerin eline düştüğünü bilmiyoruz. İşin kötü tarafı, bunu devlet de bilmiyor. Sonu bilinen vak'alarda devletin neler yaptığı, daha doğrusu neler yapmadığı da ortadayken, bu gevşeklikten cesaret bulanlar, bu çocukları kaçırmayı, onları suçluya çevirmeyi, öldürmeyi sürdürecek.

Kendi vatanındaki çocuklara sahip çıkamayan devletin Gazze'de açlıktan ölen çocuklar için bir şey yapacağını ummak hayal kurmaktan daha ötesi olsa da ben yine hatırlatmamı yapayım. Gazze'de çocuklar ölmeye devam ediyor. ‘Ölüyor’ demek bile olayı yumuşak gösteriyor. Vahşice katlediliyor.

HATIRLATMA: Son yazıdan (08/09/25) bugüne (10/09/25) 11'i açlıktan 134 kişi daha Gazze'de İsrail tarafından öldürüldü !

Yaptığı 2 milyar dolarlık gişe hasılatı ile 2025 yılının en çok kazananı, tüm zamanların ise en çok kazanan beşinci yapımı Ne Zha gerçekten iyi mi? Yönetmen Yu Yang'ın imzasını taşıyan film, Çin mitolojisinin en bilinen karakterlerinden birinin hikayesini yeniden anlatıyor. Ve yalnızca mitolojik bir uyarlama ile kalmıyor; birey, toplum ve kimlik üzerine güçlü söylemler de getiriyor. İyi'nin ve Kötü'nün, İnsan'ın ve İblis'in ters yüz edileceği bir animasyona buyur edeyim sizi.


Ne Zha

Klasik kahramanlık anlatılarında dünya ikiye ayrılır: 'iyiler' ve 'kötüler'. İyiler, doğuştan ya da kader tarafından seçilmiş kahramanlardır. Kötüler ise ya yozlaşmış ya da basit bir gerekçeyle lanetlenmiş kişilerdir. Ne Zha bu basit ikililiği biraz yıkıyor. Nasıl mı? Anlatayım.

Hikaye, serinin 2019 yapımı olan birinci filmi ile başlıyor. Ölümsüzlerin Ustası, dünyada sorun çıkaran Kaos Pearl'ü yok ederek onun ruhunu iki ayrı parçaya bölüyor; Ruh İncisi ve İblis Hapı. Ve öğrencisine bu 2 yumurtanın takibi görevini veriyor. İblis Hapı, Kaos Pearl'ün tehlikeli kısmını temsil ediyor ve neredeyse yok edilemez bir güçte. Ancak Ölümsüzlerin Ustası, İblis Hapını üçüncü yılında yok edecek olan bir şimşek laneti yapıyor. O vakte kadar bu iki yumurtadan öğrenci sorumludur. 

Her iki yumurtanın bir insan formunda tek bir bedende dünyaya gelmesi gerekiyorken, çıkan bir takım karışıklıklar sonucunda Ruh İncisi yumurtası ejderhaların eline geçiyor. Ve insanlarda kalan kısmı sadece İblis Hapı oluyor. İşte karşınızda Ne Zha!

Ne Zha

Ne Zha doğduğunda bir 'demon' kimliğiyle damgalanır. Yani kötülüğün taşıyıcı olarak görülür. Bu yüzden köylüler ve çevresindekiler ondan korkar. Ancak, özellikle annesiyle olan etkileşimi ile içindeki insani yönünün; sevgi, aile, empati ve özgür irade kavramlarını sorgulamasına neden olur. Bu da sınırların bozulmasına, flulaşmasına yol açtığından Ne Zha ne tam anlamıyla bir demon, ne de tam anlamıyla bir kahramandır. Hibrit bir varlıktır, hepimiz gibi.

Ne Zha'nın en takık olduğu kavram şüphesiz kaderdir. 'İblis Hapı olarak doğdun, neden kaderini kabul etmiyorsun?' sorusuna "çünkü o benim patronum değil, ben kaderimin efendisiyim. Karar veren ben olacağım." diyerek kendisine dayatılan kimliği reddediyor. Kimliğinin dışsal otoriteler, tanrılar, toplum ya da biyoloji tarafından tayin edilemeceğini, farklı unsurları kendisinde birleştiren her hibrit özne gibi kendi yolunu kendisi çizeceğini söylüyor. 

Ao Bing

Ayrıca film, dışlanmış olmanın yarattığı yalnızlık ile farklı olmanın bedelini de işliyor. Tam bu noktada Ne Zha'nın karşısına taa en başta kaybettiği diğer yarısı olan Ruh İncisini taşıyan Ao Bing çıkıyor. Ao Bing bir ejderha kralının oğlu olarak dünyaya geliyor. Geleneksel mitolojide ejderhalar çoğu zaman kötülüğün simgesi olarak gösteriliyor. Ancak Ao Bing, zarif, kibar, adil ve sorumluluk sahibi bir karakter olarak karşımıza çıkıyor. Geleneksel anlatıda iyi olan insanların içinde iblis olarak doğmuş olan Ne Zha ile, yine geleneksel anlatıda kötü olan ejderhaların içinde Ruh İncisi olarak doğan Ao Bing'in dostluğu üzerinden hikaye; iyinin her zaman insanlardan, kötünün de her zaman canavarlardan gelmediğini bizlere söylüyor.

'Kimliği kader/coğrafya mı belirler, yoksa seçimler mi' sorusuna hikayenin bazı cevapları var. Ne Zha iblis olarak doğmuş olmasına rağmen kötü olmak zorunda değildir. Aynı şey kötü bir coğrafya olan ejderhalar mağarasında doğan Ao Bing için de geçerlidir. Hayat sürecinde yapılan seçimlerin, doğumdan güçlü olduğu mesajını veriyor cevap olarak. Bunun yanında toplum ile olan ilişkinin nasıl olması gerektiğine de cevaplar içeriyor. 'Toplumun damgaladığı biri, kendi değerini nasıl kanıtlar' sorusuna Ne Zha, giriştiği mücadeleyi toplumun onayını kazanmak için değil, kendi değerlerini savunmak için yaparak cevaplıyor. Neticede her iki tarafın beklentisi de orta noktada buluşuyor. 


Teknik açıdan bakıldığında film, Çin animasyon endüstrisinin ulaştığı noktayı yansıtıyor. Renk paleti oldukça canlı, aksiyon sahneleri hızlı ve dinamik. Bazen aşırı temposu izleyiciyi yorabilir, bu da özellikle son sahnede görselliğe kapılıp filmin dramatik yoğunluğunu kaybetme riski taşıyor. Bir diğer eksik unsur ise; filmin mizahi ögelerinin bazen çocuksu ve basit oluşu. Yetişkin izleyiciyi bir çocuk filmi algısına kısa süreliğine de olsa itebilir. Ancak filmin alt metnindeki kimlik, kader ve özgür irade tartışmaları bu algıyı hemen yok ediyor.

Şu ana kadar anlatıklarım yalnızca 2019 yapımı Ne Zha ve 2025 yapımı (gişe rekoru kıran) Ne Zha II filmlerinin ikisini kapsıyor. Bu ifademden de anlaşılıyor ki Ne Zha III gelecek. Ve o zaman daha büyük bir rekorla sahne alacak. Zira bu mitolojiyi Çin dışında tanıtmak için hiç çaba harcamayan bir Çin'in olduğunu, 2 milyar dolarlık gişenin 1,9 milyarının Çin'deki satışlardan olduğunu gördüğümüzde anlıyoruz. Üçünü film için 2 milyar dolarlık Çin satışı garanti, Çin dışından ne kadar kişi kaparsa o kadar ekstrası olacak. Şimdiden üçüncü film için beni kaptı diyebilirim. 

HATIRLATMA: Son yazıdan (03/09/25) bugüne (08/09/25) 26'sı açlıktan 776 kişi daha Gazze'de İsrail tarafından öldürüldü !




Louis Theroux'un The Settlers (Yerleşimciler) belgeseli, Batı Şeria'da yaşananları ve Gazze'de yaşanacakları yerleşimcilerin gözünden gösteriyor. Bu insanlar, uluslararası hukuka göre de yasa dışı olarak Filistinlilerin evlerini, tarlalarını, yaşam alanlarını gasp ederek, kendilerine yeni bir 'vaat edilmiş toprak' yaratıyorlar. Yerleşimcilerin söylemleri, hayalleri ve uygulamaları, İsrail'in Gazze'de bugün yürüttüğü politikanın yıllardır planlanan ve istenen bir şey olduğuna işaret ediyor. Gerekçeleri ise tek: "Tanrı'nın buyruğu!".

2025 yılı oscarlarında En İyi Belgesel ödülünü alan No Other Land yapımını bloga misafir etmiştik. O belgeselde Batı Şeria'nın Masafer Yatta bölgesinde yaşananları, o bölgede yaşayan Filistinlilerin gözünden izlemiştik. Şimdi kamera ve mikrofonlar meselenin diğer ucuna, yerleşimcilerin kendilerine tutuluyor. Vereceği cevapların bizlerin, en azından kendilerince, onları haklı görebilmemizi sağlayacak şeyler olduğunu düşünüyorsanız, yanılıyorsunuz. 

Belgeselde öne çıkan figürlerden biri olan Daniella Weiss, kendini 'yerleşim hareketinin annesi' olarak tanımlıyor. Harita üzerinde Büyük İsrail hayalini gururla sergilerken, Filistinlilerin yaşadığı acıları ise küçümseyerek gülüp geçiyor. Belgeselin sonlarında Louis Theroux "kendi halkına ve çocuklarına öncelik vermeni anlayabiliyorum. Ama diğer insanlar ve çocuklar hiç mi önemli değil?" diye sorduğunda Daniella sadece gülüyor. Louis tamamlıyor: "Bu sosyopatça!"

Deniella Weiss'ın ve diğer yerleşimcilerin söylemlerinde tekrar eden bir motif var: Tanrı'nın buyruğu. Toprağa el koymayı, başkalarının evlerini yıkmayı, köylerini boşaltmayı dini bir emirmiş gibi sunuyorlar. Hukukun ve insan haklarının karşısına 'ilahi hak' kalkanını koyuyorlar. Modern bir kolonizmi, dinsel argümanlarla kılıflayıp hareketin tabanda daha geniş kitlelere yayılmasının önünü açmaktan başka bir şey değil. En çok patent sahibi ülkelerden diye modern ülke kategorisine sokulan İsrail'in, aslında hala Orta Çağ zihniyetinde olduğunun bir göstergesi.


Belgesele gelen eleştirilerden biri çok uç ve marjinal kişilerce görüşüldüğü, bunların çoğunluğu temsil etmedi oluyor. Ki bu eleştiri de yine tamamen bir algı çalışması çerçevesinde gerçekleştiriliyor. Belgesel aslında, yerleşimcilerin ideolojisinin nasıl 'uç bir görüş' olmaktan çıkıp İsrail siyasetinde merkezi bir güç haline geldiğini de gözler önüne seriyor. Yapılan yağmalamaların, işgallerin, katliamların hükumette yer alan politik figürlerce de desteklendiği gerçeği, meselenin yalnızca bir uç grup vakası olmadığını kanıtlıyor. Öyle ki, Louis "Peki Hükümet ne diyor?" diye sorduğunda. Danielle elindeki yerleşim planını göstererek "Tüm bunları kim yaptı sanıyorsun. Biz, hükumetin yapamadıklarını hükumet adına yapıyoruz." diyor. Temel planın küçük küçük yerleşimlerle orada kalıcı olup, sonra da hükumetçe tanınmak olduğunu anlıyoruz. İki devletli çözüm ya da tek devletli ve herkesin eşit haklara sahip olduğu bir çözümü de kabul etmiyorlar. Filistinlilerin mutlaka Afrika'ya, Kanada'ya ve hatta Türkiye'ye gitmesi gerektiğini dile getiren Denielle, sadece yahudilerin bulunduğu ve yahudi yasalarıyla yönetilen bir yahudi devleti istediklerini dile getiriyor.

Belgeseldeki yerleşimcilerin zihniyetini izledikten sonra Gazze'de yaşananları ve ileride yaşanacakları anlamak daha kolay hale geliyor. Hatta Hamas'ın 7 Ekim'de gerçekleştirdiği saldırıya iten süreç için bir empati yolu dahi açabilir. Yerleşimcilerin lokalde uyguladığı şiddet, bugün Gazze'de devlet eliyle, uçaklarla, tanklarla, bombalarla sürdürülüyor. Bir halkın aç bırakılması, bırakılması, evsiz bırakılması, savaş dahi olsa temel ihtiyaçlarından alıkoyulması insanlığa karşı suç kapsamına giriyor. Tüm bu şiddet 'Tanrı'nın emri', 'kutsal topraklar', 'güvenlik' gibi kılıflarla meşrulaştırılmaya çalışılıyor ve ne yazık ki hiçbir ülke ya da uluslararası organizasyonlar da bu konuda bir şey yapmıyor. 


Bugün Gazze'de olan biten, sadece bir savaş değil. Bu, adaletsizliğin, dini kılıflar altında sistematik bir şekilde işlenmesidir. Louise Theroux'un The Settlers belgeseli, bu zihniyeti bire bir kişiler üzerinden gösterdiği için önemli. Belgesel bize, yerleşimcilerin dili ile devletin politikalarının aynı noktada buluştuğunu gösteriyor: "Filistinliler o topraklardan gitmeli!".  Ve şu gerçeği görmezden gelmeden, açıkça bilmek gerekiyor: Gazze'nin kalıcı işgali yeni bir fikir değil. Yıllardır istenen, yıllardır planlanan ve dini gerekçelerle cilalanan bir proje. Ve bu proje, modern dünyanın gözleri önünde, hala 'güvenlik' ya da 'savunma' yalanlarıyla sürdürülüyor. Ve kimse de bir şey yapmıyor. 


HATIRLATMA: Son yazıdan (31/08/25) bugüne (03/09/25) 28'si açlıktan 282 kişi daha Gazze'de İsrail tarafından öldürüldü !



Yönetmen Zinnini Elkington'ın ilk uzun metraj filmi olan Det Andet Offer (İkinci Kurban), yalnızca tıbbi bir hatanın sonuçlarını değil, aynı zamanda bu hatanın açtığı etik, psikolojik, toplumsal sorunları da masaya yatıran bir hastane filmi. Geçen ay Late Shift filmiyle yine hastane çalışanlarından hemşirelerin hayatına misafir olmuştuk, bu kez de doktorlara konuk oluyoruz. Masadaki menü: suç, sorumluluk ve bellek.


Film, Türk asıllı oyuncu Özlem Sağlanmak'ın canlandırdığı ve doktor olan Alex'in bir genç hastayı yanlış değerlendirmesiyle başlayan zincirleme bir trajediyi konu alıyor. Baştan sona seyirciyi hastanenin dar koridorlarında, kaotik bir ritimde dolaştırıyor. Filmin giriş kısmında yönetmen Zinnini Elkington uzun planlar ve el kamerası kullanmış. Bu kısmın okumasını yapmak önemli. Kamera adeta Alex ile birlikte koridorlarda akıyor. Bu sayede hem Alex'in kontrol altında olduğu hissi yaratılıyor, hem de hastane atmosferinin yoğunluğu seyirciye aktarılmış oluyor. Burada amaç, Alex'in yoğunluğa rağmen işine olan hakimiyetini göstermek. 

Ancak hikaye ilerledikçe ve genç hasta Oliver'in vakasında kritik hata orataya çıktığında bu görsel strateji değişiyor. Orta bölümlerde uzun planlar yerini daha keskin kesmelere ve daha parçalı bir anlatıma bırakıyor. Tercihin uzun plandan, kısa planlara geçilmesinin birkaç nedeni var. Uzun plan süreklilik ve hakimiyet duygusu verirken, kısa ve parçalı planlar belirsizlik, dağınıklık ve panik duygusu uyandırır. Alex'in kontrol kaybı, görsel dilde de uzun planın terk edilmesiyle yansıtılıyor. Bir diğer neden ise parçalanan kurgunun, parçalanan belleği de simgelemesi. Artık hatanın nasıl olduğu, kimin ne dediği, kimin neyi hatırladığı parçalar halindedir. Toparlanması gerekmektedir. Kısacası uzun planlardan vazgeçilmesi çekimdeki zorluklardan dolayı bir zorunluluk değil, Alex'in kontrol altında gibi görünen dünyasının parçalanışını ve suç-sorumluluk tartışmasının karmaşıklığını yansıtmak için bilinçli bir tercih gibi duruyor. 


Filmin başlığı, tıpta kullanılan bir terime gönderme yapıyor: "Second victim", bir tıbbi hata sonrası yalnızca hasta değil, hatayı yapan sağlık çalışanının da psikolojik ve sosyal anlamda derin yaralar almasını ifade ediyor. Oliver isimli genç hastanın beyin kanaması sonrası yaşananlar, Alex'i hem mesleki hem de kişisel bir çöküşün eşiğine getiriyor. Bu noktada film "suçlu kim?" sorusunu sormaktan çok, suçun tek bir kişide toplanmadığı, parçalar halinde pay edildiği bir resim çiziyor. Genç stajyer Emilie'nin Oliver hakkında rapor ettiği ama gözden kaçan belirtiler, Oliver'in ebeveynlerinin kendi ihmalleri, beyin cerrahının riskten kaçan tavrı.. Hepsi birbiriyle örtüşü bir suç ağı yaratıyor. Bu yönüyle film 'suçlu kim' bilmecesine girmeyip, sorumluluğun bölüşülemediği bir etik çıkmaza dönüşüyor. 

Film, sağlık çalışanlarının 'tanrısal' bir kusursuzlukla iş görmesi beklentisinin yükünü de tartışıyor. Ancak filmin sonlarında anne Camilla'nın (Trine Dyrholm) son bir mucize için hastane odasına getirdiği rahip şu sözlerle doktorların limitini de bir yerde çiziyor: "Neredeyse her şeyin kontrolünün bizde olduğu bir dünyada yaşıyoruz. Konrtolümüzün olmadığı tek şey;ölüm. Doktorlar bile bu konuda bize yardım edemez." Bu konuda filmdeki en deneyimli doktor olarak karşımıza çıkan beyin cerrahı Esben'in (Olaf Johannessen) 'her doktorun bir mezarlığı vardır' sözü, doktorluk mesleğindeki sorumluluğun kaçınılmaz bir takım bedelleri olduğunu bizlere söylüyor. Acemi stajyer Emilie ile deneyimli doktor Esben arasındaki geçiş süreci temsil ediyor bir bakıma bu noktada Alex


Filmde yakar top misali, elden ele verilen suç topunun, filmin merkezinde olan göçmen bir figürün üzerine pek ala tutuşturulur sezisi de izleyicide oluşabilir. Yani Alex, yalnızca bir 'ikinci kurban' değil, aynı zamanda toplumsal ön yargının hedefi olan bir günah keçisi haline de gelebilirdi. Filmin kırılma noktası olan kimin neyi hatırladığı meselesinde. Emilie "ben söyledim" derken Alex "hatırlamıyorum" diyerek kendisini savunduğu o sahneyi alternatif bir kurguda ele alıp ikisini de sorguya çektiğimizde "kime daha çok güvenilir?" sorusu gündeme gelebilirdi. Genç, yeni mezun ama yerli bir stajyer doktora mı, yoksa deneyimli ama göçmen bir doktora mı? Bu filmin altını çizmediği ama seyircinin süreçte takılabileceği bir gerilim unsuru olarak kenarda duruyor. 

Öte yandan yönetmen Zinnini Elkington'ın anlatısı göçmen kimliğini özellikle vurgulamıyor. Filmde Alex'in hatası öncelikle sağlık sisteminin stresleri, meslekten olan imkansız beklentileri ve insani sınırlar ile açıklanıyor. Bu da 'kimliklerin önemi yok, herkes hata yapabilir' mesajını güçlendiriyor. Ama dediğim gibi, bazı izleyicilerin göçmenlik konusunu da gündemine alması kaçınılmaz bir gerçek olarak masadaki menüye ekleniyor. 


Filmin kuşkusuz en güçlü yanı oyuncu performansı. Özellikle başrolde yer alan Özlem Sağlanmak olağanüstü bir performans sergiliyor. Alex'in kendinden emin bir doktordan, suçluluk ve bellek boşluklarıyla parçalanan bir insana dönüşümünü çok katmanlı bir şekilde yansıtıyor. Başlangıçtaki soğuk kanlılık giderek yerini göz temasından kaçışlara, sesi titreyen kısa cümlelere bırakıyor. Hata sonrası karakterindeki psikolojik değişimi beden diliyle çok iyi sahneliyor. 

Oliver'in annesi rolünü üstlenen Trine Dyrholm, Danimarka sinemasının güçlü isimlerinden biri olarak filme ağırlığını koyan bir diğer isim. Camilla karakteri, oğlunun başına gelenleri anlamlandırmaya çalışırken umut, çaresizlik ve öfke arasında gidip geliyor. Filmin başından beri güçleri elinde tutan dominant bir karakter iken, filmin sonlarında bir çaresize dönüşüyor. Tüm bunlara rağmen bir anne olarak hesap sorma isteğini de sahici bir şekilde yansıtıyor. 


HATIRLATMA: Son yazıdan (29/08/25) bugüne (31/08/25) 22'si açlıktan 493 kişi daha Gazze'de İsrail tarafından öldürüldü !