Türk sinemasının underrated filmlerinden biridir Gölgesizler. Uyarlandığı kitap En İyi Roman ödülü alsa da film adaylıklardan hep boş dönmüştü. İlk olarak 2009 yılında İstanbul Film Festivali'nde izlemiş, sevmiştim. Şöyle de bir yazısını yazmıştım o tarihte: Festival Günlüğü.
Geçenlerde yeniden izledim, yeniden sevdim. İlk izlediğimde "İnsan hem burada, hem de uzaklarda olmak istiyor" cümlesine takılmıştım. Şimdi ise "kaybolması için önce var olması lazım insanın" sözüne.


Hasan Ali Toptaş'ın 1993 yılında yayımlanan Gölgesizler isimli romanından, yönetmen Ümit Ünal tarafından 2008 yılında sinemaya uyarlanmıştı bu film. Zaman ve mekan arasındaki geçişleriyle, karakterlerin derin varoluşsal sorgulamaları ve üstkurmaca öğeleri her daim taze tutmasıyla zihni biraz karıştıran bir eser. Üstkurmaca kısmı önemli, çünkü anlatımın kendisini çözmek için bu tanıma aşina olmak gerekiyor. Peki nedir üstkurmaca? Vikipedi tanımı ile: Gerçek ile kurmaca arasındaki ilişkiyi sorgulamak için bilinçli şekilde, anlatının bir kurmaca olduğuna dikkat çeken bir anlatım tarzıdır. Kurmaca içinde bir kurmaca anlatımına başvurmak kısaca. 

Toptaş'ın romanında üstkurmaca, yani yazarın kendini kurgunun bir parçası olarak metne dahil etmesi, hikayeyi gerçek ile kurgu arasında götürüp getiriyor. Gerçek ile kurgunun arasındaki ilişki berberdeki berber ve yazar ile vurgulanıyor. Hatta yazarın varlığı, berberin hayatını şekillendiren bir güç olarak sunuluyor ve ona var olması için kendisinden dokunuşlar, eklentiler de yapıyor. Ümit Ünal da bunları görsel bir dille başarılı bir şekilde işlerken, romandaki şiirsel ve zaman/mekan açsından oluşan döngüsel yapıyı sinematografik bir anlatıya dönüştürmüş. 

Filme geçecek olursak; film, edebi eserin karmaşık yapısını sinemaya uyarlamanın ne kadar zor olabileceğinin bir kanıtı. Çünkü satırlara gizlenme şansın yoktur, ekranda bir şeyler göstermen gerekir ve zihindeki düşünceyi ekran ile örtüştürmek bu karmaşıklıkta zordur. Kitabın yazarı Hasan Ali Toptaş "ben bile kitabın sonuna dair soru işaretleri taşıyor iken filmin bazı şeylere cevap veriyor oluşuna şaşırdım" demişti. Romanda zaman, mekan ve karakterler arasında net bir çizgi bulunmazken, bu yapıyı filmde de korumaya çalışmış yönetmen Ümit Ünal. Bu sayede romanın postmodern dokusu büyük ölçüde korunmuş. 

Gölgesizler, iki ana mekanda geçen bir "kayboluş" hikayesidir. Biri, şehirdeki bir berber dükkani, diğeri ise yeri, zamanı ve sakinlerinin var olup olmadığı belirsiz bir köy. Bu kayboluşlar sorgulanırken asıl sorgulanması gerekenin ne olduğuna ise muhtar filmin 30.dakikasında söylüyor bize "kaybolması için var olması lazım bir insanın". Bu kayboluşlar sadece fiziki değil, metafiziksel bir kayboluştur ayrıca. İnsanların kendi varlıklarını sorguladıkları, birbiri içine geçmiş kimlikler ve belirsizliklerle dolu bir sürü şey. Hikayenin ilk kaybolanı olan Cıngıl Nuri'nin yıllar sonra geri dönmesi bile var olmaya yetmemiş, gecikmeli de olsa devletten gelen bir telgraf ile hala kayıp olduğu resmi makamlarca teyitlenmişti. Bunun şerefine kendisinden çay ısmarlaması istenince " ben yokum ki, nasıl çay ısmarlayayım size" sözü ile yine bizi varlık/yokluk sorununa itiyor. Bununla da kalmıyor, bu meseleyi açık açık bize göstermek yetmez gibi, bir de dinletiyor. Filmde müziklerini yapan ve aynı zamanda misafir oyuncu olarak bulunan Candan Erçetin film için hangi şarkıyı seslendiriyor peki? "Var mıyım, yok muyum? Ben neyim? "


Hikayede bazı kilit noktalar:
 - Aynalar ve Yansımalar: Aynalar önemli bir sembol. var olan bir şeyin yansıması, gölgesi olur. O yüzden var olabilmek için bunlara sahip olmalısın. O sebepledir ki varlığından şüphe eden veya bir değişim sezen her film karakteri önce aynaya koşar.

- Köydeki Kayıplar: Köyün en güzel kızı Güvercin'in kaybolması, köydeki atmosferi gererken, Cıngıl Nuri'nin dönüşü bu yokluk/varlık sarmalını devam ettiriyor. Cıngıl Nuri'nin üzerindeki aynalar, köyde kaybolanların ve yokluk/varlık arasındaki geçişlerin sembolüdür. 

- Kar Neden Yağar: Hikayedeki biraz aklı kıt karakterimizin ,ki bir ismi bile yok, kendisine annesinden ötürü "Cennet'in oğlu" deniyor, sık sık tekrarladığı "kar neden yağar?" sorusu var elimizde. Bu sorunun cevabını düşünmeden önce sorunun zamanını düşünmemiz gerekiyor. Zamanı anlamasak da havadan ve zeminin kuruluğundan anladığımız kadarıyla kış mevsimine oldukça uzak bir zamanda geçen bu hikayede bu soru çok zamansız duruyor. Olmayan bir şeyin varlığını kabul etmiş ve çoktan nedenini sorgulamaya geçmiş Cennet'in oğlu. 

- Muhtar: Hikayedeki devlet figürü muhtar ile sağlanıyor. Asayişi, yargıyı, yürütmeyi ve hatta orduyu yöneten tek bir yapı şeklinde. Tüm bunları uygulamak ile mükellef biri iken ahıra saklayıp kimseye göstermediği ve sır gibi sakladığı çocuğu üzerinden çürümüşlüğün belki de baş müsebbibi konumunda aynı zamanda. 


Daha yazılacak, konuşulacak çok şey var benim açımdan. Şu an parmaklarımı klavyeye bıraktım ve ne yazıyorsa onu okuyor vaziyetteyim. Sonuç olarak; Gölgesizler hem edebi hem de sinematik bir başyapıt. Filmin yönetmeni Ümit Ünal'ın da söylediği gibi " Bu izlediğiniz film, bu romandan çıkarılabilecek filmlerden sadece biri" diyerek romanın derinliğine güzel bir dokunuş yapmıştı. Romanın yazanı iyi, filmi çekeni iyi de oynayanları kötü mü ki? Onları da sayıp şimdilik yazımı sonlandırayım. Şimdilik diyorum, çünkü devam edeceğim.
Oyuncular: Selçuk Yöntem, Taner Birsel, Altan Erkekli, Ahmet Mümtaz Taylan, Ertan Saban, Hakan Karahan ve Aydemir Akbaş.

0 serzeniş: