Proust: "Çıplak bir kadını izlerken duyulan arzuyu anlamaya çalışmak, bir çocuğun zamanı anlamak için saati parçalamasına benzer." der. Filmin bu sözle bir alakası yok ama bu alakasızlıkla bir alakası var.  2011 yapımı olan Oslo, 31.August filmini şimdi gündeme getirmemin tek sebebi, yönetmen Joachim Trier'in yakında yazısını da yazacağım son filmi olan Verdens Verste Menneske (The Worst Person in the World) filmi için bir ön hazırlık.


Oslo, 31.August filmi yönetmen Joachim Trier'in ikinci uzun metraj filmi. İlk uzun metraj filmi olan Reprise ile bu filmin hikayesinin fiziki bir bağı olmasa da kimyasal bir bağı olduğu kesin. Reprise filmindeki karakterlerin ileri yaşantılarında ne gibi olasılıklar içersinde yaşayabileceğinin birkaç örneğinden biri olarak karşımıza çıkıyor Oslo 31.August filmi.


Film, parlak ve güzel bir gençliğin son döneminde uyuşturucu ve alkol batağına batmış, varoluşunu defalarca sorgulamış ama her seferinde cevap bulamadığı için intihara teşebbüs etmiş ve yine intiharda da bir anlam bulamadığı için her seferinde vazgeçmiş biri olan Anders'in 1 gününü anlatıyor.  Temizlenmeye karar vermiş, bunun için terapiye gitmiş ve neredeyse 10 aydır ağzına bira dahi sürmemiş Anders'in yeni hayata başlamak için dışarı çıktığı o ilk günü, 30 Ağustos'u.

"Her zaman mutlu insanların gerizekalı olduklarını düşünürüm" Anders

Önce eski yakın arkadaşıyla, ardından iş başvurusu yaptığı derginin editörü ile, onun ardından kız kardeşi ile, peşine diğer tüm çevresiyle olan normalleşme görüşmelerin planları önceden yapılmıştı. Arkadaşıyla olan ilk görüşmesinden, iş görüşmesinden ve hatta kız kardeşiyle olan görüşmesinden çıkan sonuç; kendisini arındırsa da karşısındakilerin zihninden geçmişi arındıramadığı. Her hatırlatılışı Anders'in temize giden yolculuğuna ket vuruyor ve yapılan onca ıslah çalışmasını anlamsız kılıyor.

Suçlu ya da toplumca ayıplı bireylerin kendilerini düzeltmek için başvurdukları ıslah edilme programı bireylerde işe yarasa da toplumun zihnindeki ıslahsızlık yüzünden tüm kazanımlarını geri kaybedebiliyor. Ve bu da kişiyi yeniden düzene adapte etmesine engel olup, onu eski suç alemine geri itiyor ya da varoluşsal sorgulara neden oluyor. Bu paradoksu çaresizliğini Polonya'lı yönetmen Jan Komasa'nın Corpus Christi filminde de görüyoruz. 


"Ben bir eziğim ve acımı hafifletmek için içiyorum" Anders

Tekrardan içkiye başlamak bu kişiler için bir kaybedişten öte, yeni kimliklerini kabullenip o doğrultuda var olabilme çabasına dönüşüyor. Ya üzerinden atamadığın o kimliği kabullenecek ve o doğrultuda yaşamaya devam edeceksin ya da yenilgiyi kabullenip bu yaşama son vereceksine dönüşüyor çünkü olay. Rakamlara bakıldığında Kuzey ülkelerde bu seçeneği kullanma oranı oldukça yüksek. Ekvator çevresi ülkelerde intihar oranı 100bin kişide 6 ortalamasında olurken, bu sayı Kuzey'e gidildikçe artıyor. Coğrafya bu konuda da kader oluyor işin özü.

------
Bazı ülkelerdeki intihar oranları ( 100.000 kişideki intihar eden kişi sayısı )
Türkiye: 2,4
Norveç: 11,8
İsveç: 14
Finlandiya: 15,3
Letonya: 20,1
Litvanya: 26,1
Rusya: 25,1
Slovenya: 19,8
Almanya: 12,3
Fransa: 13,8
Amerika: 16,1
Kanada: 11,8
Güney Kore: 28,6