Yeni bir yönetmenin ilk uzun metraj filmin izlemek benim için çok heyecanlı oluyor. Çünkü yönetmenin ilk filmi, yalnızca bir hikayeyi değil, aynı zamanda yönetmenin sinema ile kurduğu ilişkiyi, dünyaya bakışını anlatır ve ileride izleyeceğimiz filmlerinin de habercisidir. Jesper Quistgaard'ın Sonnike'si tam böyle bir film: henüz şekillenme çağında olan bir sinema dilini, topluma ve aileye bakışını, sinemayı kullanış amacını bizlere sunuyor. 



Küçük bir çocuğun önüne bir top yuvarlanır ve onun topa vuruşuna göre 'bu çocuktan topçu olur' denirdi. Hangi ayakla vurduğuna göre mevkisi bile şekillenirdi. Sol ayakla vuruyorsa kesinlikle defansta heder edilmez. Bir yönetmenin ilk filmi de çocuğun önüne yuvarlanan o ilk top gibidir. İlgisine, vuruşuna, tercih ettiği ayağına bakılır. Teknik aksaklıklar ve oyunculuklar göz ardı edilir, odak noktası anlatının kendisi ve anlatım metodudur. Yönetmenin kendisini ayıklayıp, o filmden çıkarabiliyorsak eğer, hakkında bir fikrimiz oluşabiliyor. Nitekim ilk uzun metrajını taze taze izleyip yazdığım ve metodunu belli etmiş ve bunu çok da iyi şekilde icra etmiş Philip Barantini, geçen hafta Emmy ödüllerinde En İyi Yönetmen ödülünü kucaklayan kişi oldu. Kendim almış kadar sevindim. İşte ileride kaldıracağı ilk ödülde sevineceğim bir diğer yeni yönetmen de bu kişi; Jesper Quistgaard.

Filmin merkezindeki karakter Lasse (Morten Agerholm Jensen), hayattan ve insanlardan kendini uzak tutmaya çalışan, içine kapanık bir genç. Bunun sebebi ise sahip olduğu ve tutmaya mecbur bırakıldığı bir sır. Henüz 15 yaşında iken istem dışı baba olmuş, henüz kendisi çocuk iken bir çocuğa babalık edemeyeceği düşünüldüğünden, Lasse'nin ebeveynleri bir karar alıyor. Bebeği kendi çocukları gibi büyütecekler, Lasse de ona babalık değil, abilik edecek. Ancak Lasse bu kırgınlığını da alıp ailesinden ve çocuğundan uzakta bir hayat sürüyor. Tam 14 yıl.  Ta ki birgün ebeveynlerini bir otobüs kazasında kaybedene kadar. İşte vermesi gereken bir kararın aşamasındayız: oğlunu, abisi olarak himayesine mi almalı, yoksa gerçeği mi açıklamalı? Veya eski yolu seçip daha önce de yaptığı gibi kendi yoluna devam mı etmeli? 

Lasse karakterinin donuk, içe dönük ama her an kırılmaya hazır enerjisi filmin omurgasını oluşturuyor. Lasse'nin bastırdığı duygular jestlerine ve sessizliğine yansıyor. Potansiyel olarak o patlamayı yapabilecek biri olduğunu en başından beri hissettiriyor ve izleyiciyi bu beklentiye sokuyor. Ancak donukluğundan pek de taviz vermeden ufak tadımlıklar sunarak o çözülmeyi yine kendine has şekilde yapıyor. Mavi saçlarıyla ortama renk katan Vincent ile abisi (babası) Lasse'in uyumu da filmi sıradan bir aile dramının önüne taşıyor. 


Polisinden rahibesine, tamircisinden kasabına kadar herkesin birbirini ismen tanıdığı bu küçük kasabada bu sır 14 gün nasıl saklı tutulabilmiş, devletin ya da Vincent'ın kulağına gitmeden nasıl mümkün olabilmiş, işte bunlar yeni bir yönetmenin ilk filmi için görmezden gelebileceğimiz kısımlar. Bir diğeri de belki de 'aileye duyulan ihtiyaç' temasının bazı sahnelerde doğrudan dile getiriliyor oluşu. Oysa yönetmen Quistgaard bu duyguyu, kelimelere bırakmadan filmin anlatısında gösterebilmişti. Bu da yönetmenin ileride daha iyi işler çıkarabileceğinin kanıtı gibi duruyor.

Yönetmenin anlatım tarzı, Danimarka sinemasının Dogme 95 sonrası toplumsal gerçeklik eğilimlerine uygun tonda. Küçük bir alanda geçiyor oluşu, karakterlerin içsel çatışmalarına doğal bir çerçeve sunuyor diyebiliriz. Karikatürize edilen bir şey bulunmuyor, bu açıdan da Dogme 95'e uygun. Ancak yönetmen salt gerçekliğin yanında Jurassic Park ve Reservoir Dogs gibi popüler kültür referansları aracılığıyla kendi kuşağının kültürel belleğini de filme dahil ediyor. İlk filmlerinde yönetmenlerin sıkça yaptığı bir şeydir bu, filmin hikayesi kadar, kendi kimliğini de inşa etmek isterler. O sebeple otobiyografik ögeler, bireysel tercihler ve sunumlar ilk filmlerine sıkça yansır. Bir nevi 'film bu, ama ben de buyum' demek ister yönetmen. 

Sonnike filmini Jesper Quistgaard değil de Joachim Trier çekseydi, Lasse rolünü de Anders Danielsen Lie olsaydı çok daha konuşulan bir film olmuştu. Daha iyisini çekeceğinden değil, bazen sinema/sanat sadece böyle işliyor. İleri de tekrar görüşmek üzere Quistgaard

0 serzeniş: