Yönetmen Zinnini Elkington'ın ilk uzun metraj filmi olan Det Andet Offer (İkinci Kurban), yalnızca tıbbi bir hatanın sonuçlarını değil, aynı zamanda bu hatanın açtığı etik, psikolojik, toplumsal sorunları da masaya yatıran bir hastane filmi. Geçen ay Late Shift filmiyle yine hastane çalışanlarından hemşirelerin hayatına misafir olmuştuk, bu kez de doktorlara konuk oluyoruz. Masadaki menü: suç, sorumluluk ve bellek.


Film, Türk asıllı oyuncu Özlem Sağlanmak'ın canlandırdığı ve doktor olan Alex'in bir genç hastayı yanlış değerlendirmesiyle başlayan zincirleme bir trajediyi konu alıyor. Baştan sona seyirciyi hastanenin dar koridorlarında, kaotik bir ritimde dolaştırıyor. Filmin giriş kısmında yönetmen Zinnini Elkington uzun planlar ve el kamerası kullanmış. Bu kısmın okumasını yapmak önemli. Kamera adeta Alex ile birlikte koridorlarda akıyor. Bu sayede hem Alex'in kontrol altında olduğu hissi yaratılıyor, hem de hastane atmosferinin yoğunluğu seyirciye aktarılmış oluyor. Burada amaç, Alex'in yoğunluğa rağmen işine olan hakimiyetini göstermek. 

Ancak hikaye ilerledikçe ve genç hasta Oliver'in vakasında kritik hata orataya çıktığında bu görsel strateji değişiyor. Orta bölümlerde uzun planlar yerini daha keskin kesmelere ve daha parçalı bir anlatıma bırakıyor. Tercihin uzun plandan, kısa planlara geçilmesinin birkaç nedeni var. Uzun plan süreklilik ve hakimiyet duygusu verirken, kısa ve parçalı planlar belirsizlik, dağınıklık ve panik duygusu uyandırır. Alex'in kontrol kaybı, görsel dilde de uzun planın terk edilmesiyle yansıtılıyor. Bir diğer neden ise parçalanan kurgunun, parçalanan belleği de simgelemesi. Artık hatanın nasıl olduğu, kimin ne dediği, kimin neyi hatırladığı parçalar halindedir. Toparlanması gerekmektedir. Kısacası uzun planlardan vazgeçilmesi çekimdeki zorluklardan dolayı bir zorunluluk değil, Alex'in kontrol altında gibi görünen dünyasının parçalanışını ve suç-sorumluluk tartışmasının karmaşıklığını yansıtmak için bilinçli bir tercih gibi duruyor. 


Filmin başlığı, tıpta kullanılan bir terime gönderme yapıyor: "Second victim", bir tıbbi hata sonrası yalnızca hasta değil, hatayı yapan sağlık çalışanının da psikolojik ve sosyal anlamda derin yaralar almasını ifade ediyor. Oliver isimli genç hastanın beyin kanaması sonrası yaşananlar, Alex'i hem mesleki hem de kişisel bir çöküşün eşiğine getiriyor. Bu noktada film "suçlu kim?" sorusunu sormaktan çok, suçun tek bir kişide toplanmadığı, parçalar halinde pay edildiği bir resim çiziyor. Genç stajyer Emilie'nin Oliver hakkında rapor ettiği ama gözden kaçan belirtiler, Oliver'in ebeveynlerinin kendi ihmalleri, beyin cerrahının riskten kaçan tavrı.. Hepsi birbiriyle örtüşü bir suç ağı yaratıyor. Bu yönüyle film 'suçlu kim' bilmecesine girmeyip, sorumluluğun bölüşülemediği bir etik çıkmaza dönüşüyor. 

Film, sağlık çalışanlarının 'tanrısal' bir kusursuzlukla iş görmesi beklentisinin yükünü de tartışıyor. Ancak filmin sonlarında anne Camilla'nın (Trine Dyrholm) son bir mucize için hastane odasına getirdiği rahip şu sözlerle doktorların limitini de bir yerde çiziyor: "Neredeyse her şeyin kontrolünün bizde olduğu bir dünyada yaşıyoruz. Konrtolümüzün olmadığı tek şey;ölüm. Doktorlar bile bu konuda bize yardım edemez." Bu konuda filmdeki en deneyimli doktor olarak karşımıza çıkan beyin cerrahı Esben'in (Olaf Johannessen) 'her doktorun bir mezarlığı vardır' sözü, doktorluk mesleğindeki sorumluluğun kaçınılmaz bir takım bedelleri olduğunu bizlere söylüyor. Acemi stajyer Emilie ile deneyimli doktor Esben arasındaki geçiş süreci temsil ediyor bir bakıma bu noktada Alex


Filmde yakar top misali, elden ele verilen suç topunun, filmin merkezinde olan göçmen bir figürün üzerine pek ala tutuşturulur sezisi de izleyicide oluşabilir. Yani Alex, yalnızca bir 'ikinci kurban' değil, aynı zamanda toplumsal ön yargının hedefi olan bir günah keçisi haline de gelebilirdi. Filmin kırılma noktası olan kimin neyi hatırladığı meselesinde. Emilie "ben söyledim" derken Alex "hatırlamıyorum" diyerek kendisini savunduğu o sahneyi alternatif bir kurguda ele alıp ikisini de sorguya çektiğimizde "kime daha çok güvenilir?" sorusu gündeme gelebilirdi. Genç, yeni mezun ama yerli bir stajyer doktora mı, yoksa deneyimli ama göçmen bir doktora mı? Bu filmin altını çizmediği ama seyircinin süreçte takılabileceği bir gerilim unsuru olarak kenarda duruyor. 

Öte yandan yönetmen Zinnini Elkington'ın anlatısı göçmen kimliğini özellikle vurgulamıyor. Filmde Alex'in hatası öncelikle sağlık sisteminin stresleri, meslekten olan imkansız beklentileri ve insani sınırlar ile açıklanıyor. Bu da 'kimliklerin önemi yok, herkes hata yapabilir' mesajını güçlendiriyor. Ama dediğim gibi, bazı izleyicilerin göçmenlik konusunu da gündemine alması kaçınılmaz bir gerçek olarak masadaki menüye ekleniyor. 


Filmin kuşkusuz en güçlü yanı oyuncu performansı. Özellikle başrolde yer alan Özlem Sağlanmak olağanüstü bir performans sergiliyor. Alex'in kendinden emin bir doktordan, suçluluk ve bellek boşluklarıyla parçalanan bir insana dönüşümünü çok katmanlı bir şekilde yansıtıyor. Başlangıçtaki soğuk kanlılık giderek yerini göz temasından kaçışlara, sesi titreyen kısa cümlelere bırakıyor. Hata sonrası karakterindeki psikolojik değişimi beden diliyle çok iyi sahneliyor. 

Oliver'in annesi rolünü üstlenen Trine Dyrholm, Danimarka sinemasının güçlü isimlerinden biri olarak filme ağırlığını koyan bir diğer isim. Camilla karakteri, oğlunun başına gelenleri anlamlandırmaya çalışırken umut, çaresizlik ve öfke arasında gidip geliyor. Filmin başından beri güçleri elinde tutan dominant bir karakter iken, filmin sonlarında bir çaresize dönüşüyor. Tüm bunlara rağmen bir anne olarak hesap srma isteğini de sahici bir şekilde yansıtıyor. 


HATIRLATMA: Son yazıdan (29/08/25) bugüne (01/09/25) 22'si açlıktan 493 kişi daha Gazze'de İsrail tarafından öldürüldü !

0 serzeniş: