Masallar, yüzyıllardır çocuklara nasıl olmaları, nasıl görünmeleri, nasıl sevilmeleri gerektiğini anlatıyor. "Güzel olan iyidir, güzel olan sevilir, sevilenler ödüllendirilir. Çirkin olan ise kötüdür, kıskançtır ve hak ettiklerini bulurlar." Cindirella hikayesinin yeni bir anlatımı olan The Ugly Stepsister bunu biraz ters yüz ediliyor. Güzel olan Agnes soğuk ve mesafeli, çirkin üvey kardeş Elvira ise trajik şekilde sevilmeyi arayan, bunun için bedel ödeyen, sistemin içinde bir figür. Oldukça tanıdık. Geçmişin masalları bizim Agnes olmamızı isterken, günümüz gerçekleri hepimizi birer Elvira'ya çevirdi çünkü.
Norveçli yönetmen
Emilie Kristine Blichfeldt'in ilk uzun metraj filmi olan
The Ugly Stepsister, klasik
Cindirella masalını hem yapısal, hem de tematik olarak tersten okuyan, punk-feminist bir body-horror örneği. Benzer minvalde geçen sene
The Substance filmini izlemiştik.
Blichfeldt'in bu filminde ne iç güzelliğe dair didaktik bir umut var, ne de '
kendin ol' tadında bir mesaj. Bunlar klasik masal anlatılarının hikayeleri. Bu sebeple bu film, çürümeye yüz tutmuş güzellik ve iyilik mitlerine karşı, günümüz gerçeklerinin bireye yaptığı dayatmaları göstermesi hasebiyle oldukça samimi ve oldukça realist.
Film, güzel olan kız kardeşin değil, 'çirkin' olan üvey kız kardeş Elvira'nın merkezinde gelişiyor. Ağzında telleriyle, sivilceli yüzüyle, dönemin normlarına göre kendisini eksik hisseden Elvira, annesi Rebekka'nın baskısıyla sarayın prensiyle evlenmek için fiziksel olarak 'dönüştürülüyor'. Ama bu dönüşüm, neşeli bir makyaj ya da 'şakkadanak' hareketle oluşan masalsı bir büyü ile olmuyor. Burunlar kırılıyor, kirpikler göze dikiliyor, zayıf kalmak için tenya yumurtaları içiliyor, parmaklar kesiliyor... Ama Elvira bir kahraman değil. O ne baştan kötü bir karakter, ne de hikayenin sonunda aydınlanma yaşamış biri. O sadece, sistematik bir güzellik mitine kurban edilmiş ve çevresindeki sapkın düzene boyun eğmiş sıradan bir genç kız. Bu da onu daha trajik ve daha gerçek kılıyor.
Elvira'nın açlığı, film boyunca midesindekileri yeyip tüketen tenyanın verdiği fiziksel açlık değildir sadece. Aynı zamanda
Elvira, ait olma ve sevilme arzularının da açlığını çekiyor. Ancak buna ulaşmak için önce fiziksel açlığıyla mücadele etmesi gerekiyor ki nihayetinde diğer açlığını da giderebilsin. Çünkü günümüz anlatısında zayıf olmak '
güzel'dir ve güzellik kendini yok etme pahasına da olsa ulaşılması gereken bir statüdür!
Susan Bordo'nun deyimiyle "
Modern kültürde kadın bedeni, kontrol ve arzu arasında gidip gelen sürekli bir savaş alanıdır". Yani
Susan Bordo'ya göre kadın, yalnızlık ve sevgisizlikten duyduğu bedeni ve hissi açlığı, yeme sırasında duyduğu kontrolsüz haz ile tatmin etmeye çalışır. Zayıf kalmanın sadece estetik ile ilgili olmadığını ve kişilik oluşumun da bir süreci olduğunu
Susan Bordo şu sözlerle anlatıyor: "
Günümüz kültüründe zayıflık yalnızca estetik bir ideal değil, aynı zamanda bir erdem, öz-denetim ve kendinden vazgeçebilme yetisinin göstergesidir (
Unbearable Weight)".
Elvira'nın vermekte olduğu savaş da tam olarak budur.
Filmin diğer rahatsız edici unsuru da,
Rebekka karakteri üzerinden sunulan annelik figürüdür. Dışa kötülükler saçan bir üvey anne değil, kızını toplumsal bir piyasa nesnesine dönüştürmek adına bilinçli olarak inciten, mekanik yollarla onu dönüşüme sokan bir faildir anne burada. Neredeyse Frankenstein modeli gibi bir mühendislikle kızını prens için inşa ediyor.
Simone de Beauvoir'in "
kadın doğulmaz,kadın olunur" sözü burada,
Rebekka eliyle toplum normlarına göre hazırlanan
Elvira ile can buluyor bu sayede.

Biraz da bu sefer anlatıda diğer tarafta kalan güzel kardeş Agnes'e bakalım. Bu karakterin iç dünyasının eksik bırakılışını, daha önce defalarca dinlediğimiz masallarda ana karakterin kendisi olmasına bağlamak istiyorum. Agnes, klasik Cindirella figürünü temsil ediyor; narin, güzel, mesafeli ama çekici. Kısaca masalların bize öğrettiği 'kabul edilebilir' kadın modelidir. Agnes'in sahip olduğu ayrıcalıklar doğuştandır. Fakat bu, onu özgürleştirmiyor. Kendi arzularını bastırmak, kendi isteklerini gizlemek zorunda kalıyor. Filmde Agnes'in gizli cinsel yaşamı, ailesinden ve çevresinden -yani sistemden- saklanmak zorunda bırakılıyor. Çünkü 'ideal kadın' arzularını kontrol eden kadındır. İşte bu noktada Agnes başka bir rol figüre dönüşüyor. Toplumun hayal ettiği, ama gerçek dünyada karşılığı olmayan bir kadın figürüne.
Elvira ise, Agnes'in tersine sistemin nimetlerinden değil, yüklerinden pay alıyor. Doğuştan gelen ayrıcalıklardan mahrum, sıradan bir genç kız olarak, toplumun güzel bulduğu sınırların dışında kalan bedenini tamire girişmek zorunda kalıyor ve bunun için acı dolu bir bedel ödüyor. Kendisine Agnes gibi doğuştan verilmeyenleri edinmek için. Ancak bedenin burada bir limiti söz konusu. Bu eşiği de Elvira'nın zayıf kalmak için yuttuğu tenyayı kustuğu sahnede görüyoruz. Bu sahnede beden, kendi hakikatini geri alma eylemi olarak isyan ve pes etme bayrağını çekse de, bunca çekilen acı ve çilenin boşa gidemez oluşu düşüncesi Elvira'yı devam etmeye zorluyor ve diğer uç sahne olan parmak kesme olayı da peşine geliyor.
Filmi teknik yapısal kısaca inceleyecek olursak sinematografisinin başarılı olduğunu söyleyebiliriz. Gotik iç mekanlar, grotesk tıbbi sahneler birbirini ustalıkla takip ediyor. Filmin ses tasarımı da filmin vermek istediği rahatsız ediciliği tam dozunda aktarıyor. Bunun yanında
Elvira karakterini canlandıran
Lea Myren'in oyunculuğu,
Elvira'yı iç dünyası zengin, trajik ama sempatik bir karaktere dönüştürmüş. Bu sebeple seyircinin kurması istenen empati kolayca sağlanıyor. Diğer karakterlerde (
Agnes, Rebekka, Prens..) derinlik olmadığından, onlara can veren oyuncular için söylenecek çok bir şey yok. Diğer karakterlerdeki bu yüzeysellik film için bir eksiklik oluşturabilir ama daha önce de dediğim gibi, onların hikayesinin yeterince anlatıldığı düşünüldüğü için bu yol tercih edilmiş olabilir.
Toparlayacak olursak,
The Ugly Stepsister, klasik masalların steril anlatılarını ve masumane duruşlarını, güzele ve çirkine bakış açılarını yeniden yorumlanması gerektiğini bizlere gösteren bir yapım olmuş.
Elvira sadece bir masal figürü değil, günümüz toplumunda güzellik idealleriyle yoğrulmuş ve bedeni bu uğurda hırpalayan her genç kadının (ve hatta erkeğin) içinde barındırdığı bir karakter. Onun ve dolayısıyla günümüz insanının trajedisi, güzelliğe ulaşmak için gösterilen çabanın kendisinden ziyade, bu çabanın ne kadar normalleştiğidir. Bu filmin savunduğu feminist düşüncede, günümüz kadınları artık masallardaki gibi prensini bekleyenler olmak istemiyor, bedenler alarm veriyor. Bunun yerine artık bu masalı yazan kalemleri sorguluyor. Ve bu film de tam olarak bunu yapıyor.