Tayland yapımı How to Make Millions Before Grandma Dies, ilk bakışta yalnızca miras kovalayan aç gözlü bir ailenin hikayesi gibi görünebilir. Fakat ardında yaşlı insanlarda oluşan 'yalnız başına ölüm korkusu' da saklı. Japonya'da sırf bu durumu anlatan bir kelime dahi var, kodokushi. Tayland'da gösterildiği salonlarda ağlama hıçkırıkları yükselten bu film, aynı zamanda Yabancı Dilde En İyi Film dalında Oscar adayı olarak karşımıza çıkıyor.
Film, genç ve kaygısız biri olan M. (evet, sadece M) ile büyükannesi Menju (Usha Seamkhum) arasındaki ilişkiye odaklanıyor. Büyükbabasına baktığı için kendisine servet bıraktığını söyleyen kuzeni ile konuştuktan sonra aklına büyükannesi ile ilgilenmek geliyor M'in. Çünkü başka türlü bir mal/para sahibi olamayacağının kendisi de farkında. Mirası hedefleyen (ki miras dediğimiz de dökük bir ev) M, başta çıkarcı bir motivasyonla başladığı bu ilişkide, zamanla büyükannesi ile gerçek bir bağa sahip oluyor. Bu süreçte sadece büyükanne Menju değil, M de kişisel bir dönüşüm geçiriyor.
Filmin güzel yanlarından biri, karakterlerin iyi tasvir edilmesi. Her ne kadar karakterlerin motivasyonları başta basit görünse de her sahneyle birlikte daha derinleşiyor ve karmaşıklaşıyor. Bu yalnızca senaryo ve hikaye ile ilgili de değil, aynı zamanda Bangkok'un Chinatown gibi atmosferik mekanlarının kullanılmasıyla da oluyor. Büyükanne Menju'nun çevresindeki yaşlı arkadaş çevresinin de gösterilmesi, filmin yalnızca bir aile hikayesi olmadığını, aynı zamanda bir toplum portresi sunduğunu da ortaya koyuyor. Yani ortada toplumsal bir sorun var.
Büyükanne Menju karakterini canlandıran Usha Seamkhum'un ilk kez kamera karşısına geçen biri olması hiç sırıtmıyor. İlk sinema oyunculuğunu bu ileri yaşta sergileyen birisi için oldukça başarılı. Sevinçleri, çaresizlikleri, hüzünleri gibi tüm duyguları rahatça izleyiciye aktarabiliyor. Ki bu başarılı aktarım da izleyiciyi etkileyen, boğazı düğümleyen ve hatta gözleri dolduran şeyin ta kendisi oluyor. Beni alan sahne, her şeye rağmen büyükanne Menju'nun evini, borç batağında olan ve bu konuda dipsiz kuyu olan oğluna vermesi idi. Her şeye rağmen o oğlunun "annemin beni son kez kurtarmasını istiyorum" demesi bir oğul olarak doğal gelirken, annenin oğluna kıyamaması da bir anne/ebeveyn penceresinden bakınca o kadar doğal. Kendisi el uzatmasa, başka uzatacak kimsenin olmadığının farkında çünkü.
Büyükanne Menju'nun evlatları için sahip olduğu bu endişelerinin yanında elbette kendisi için duyduğu yalnız ölüm korkusu da var. Bir çocuk gibi torununa trip attığı sahnede, evini verdiği çocuğunun kendisini huzurevine yerleştirdiği sahnede bu korkuları görebiliyoruz. İskandinav ülkelerinde insanlar genç yaşlardan itibaren bağımsız yaşamaya teşvik edilir. Ancak, güçlü bir sosyal refah sistemi olduğu için yaşlı bireyle finansal olarak çocuklarına bağımlı değillerdir. Fiziksel olarak da yoksunlukları sosyal devlet çerçevesince devlet tarafından giderilir. Fakat Tayland ve benzeri fakir toplumlarda yalnız kalırsan acı ve sefil bir ölüm sizi bulabilir. Bu sebeple ya finansal olarak güçlü ya da ailesel olarak güçlü olmalısınız. Menju'nun yaşadığı durum da tam olarak bu.
Elbette filmin bazı kusurları da yok değil. Gereksiz uzatmalar hikayenin ritmini bir süreliğine aksatıyor. Ancak güçlü bir finalle biraz toparlıyor ve izleyiciyi yine kendisinde tutarak filmi sonlandırmayı beceriyor. Büyükannenin yalnızlık ve güvensizlik korkuları, modern toplumlarda yaşlı bireylerin yaşadığı ortak sorunlara dikkat çekiyor. Var olan ve artarak daha da büyüyecek olan bir sorunu konu alan bu filme bir ara mutlaka bakın derim.
0 serzeniş:
Yorum Gönder