Ghobadi’nin ikinci filmi Anavatandan Şarkılar ise filmin konu aldığı karakterler, anlatım dili ve ritmi açısından diğer iki filminden ayrılır.konu yine Kürtler ve onların zorluklarla yoğrulmuş yaşantısıdır. Sınırın ötesinde kalan yüreklere ve anılara dokunabilmek için sefalet içinde yapılan bir yolculuğun filmidir Anavatandan Şarkılar. Ama bu sefer savaşın artık onlar için bir alışkanlık haline geldiği vurgulanan Kürtler acı dolu yaşantılarına karşı koyarcasına yöneldikleri ritmik ve eğlenceli dans müzikleriyle karşımıza çıkarlar. Bu dans müziklerinin enerjisi filmin bütününe hakimdir. Filmde Kürtlerin yaşama sevinci, bunun karşısında maruz bırakıldıkları yokluk ve acı arasındaki çelişki olabildiğince vurgulanır. Böylece Sarhoş Atlar Zamanı’ndaki durgun anlatım dili burada yerini tempolu ve heyecanlı bir anlatıma bırakır. Diğer iki filminde yöresinde çocukların gözünden yaklaşan yönetmen bu filmde büyüklerin dünyasına konuk eder bizi ve toplumunun kısılmaya çalışılan sesini müzikten yola çıkararak yeniden yükseltmeye ve duyurmaya çalışır. Ama tabi bu filmde de çocuklar masumiyetin simgesi ve savaş kurbanları olarak karşımıza çıkarlar. Filmin kahramanları yolculukları sırasında dağ başında bir öğretmen ve ders verdiği 8-10 yaşlarındaki öğrencileriyle karşılaşırlar. Bu tuhaf derste bir yandan öğretmen Kürtlere ölüm saçmış uçakları anlatırken diğer yandan üstlerinden Saddam uçakları geçer. Sınırın öte tarafında kalan eski karısı Hanare’yi görmeye giden baba Mirza, öğretmene yolu sorar ama cevap alabilmek için dersin bitmesinin beklemek zorundadır. Dersten sonra beraberce gittikleri kamp köylerinin bombalanmasıyla ana ve babalarını kaybeden çocuklar için oluşturulmuştur. Kampta üç öğretmen çocukların her şeyiyle ilgilenmektedirler. Buradaki öğretmenler ile Bahman Ghobadi’nin başrolünde oynadığı Samira Makhmalbaf’ın yine İran Kürdistan’ında çektiği karatahta (Takhte Siah, 2000) filminde sırtlarında karatahtalarıyla diyar diyar dolaşıp çocuklara, büyüklere okuma yazma öğreten öğretmenler aynı fedakarlığı temsil ederler. Aynı Kaplumbağalar da Uçar filminde savaş haberini alan çocukların, köye hakim tepeye siper yapmaları sırasında, Satellite’ın tartıştığı, bu tepeye sıralarla sınıf yapmış öğretmen gibi… Burada “okulunu” korumak için beyaz bayrak çeken öğretmene Satellite “Matematiği yeterince öğrendiler, şimdi de savaşmayı öğrenmeliler” diyerek içinde bulundukları koşullarda yaşamanın, hayatta kalmanın öncelik oluşturduğunu hatırlatır. Nitekim mayın tarlasına giren küçük Riga’yı kurtarmak için “okulu çiğneyerek” oradan uzaklaşmaları da bu gerçeği pekiştirir.
Sınır olgusu ise Ghobadi’nin üç filmine de konu olur. Yönetmenin sınır hakkında söyledikleri ise o yörede doğup büyümüş ve İran Kürdistanı’nı uluslar arası platforma ilk taşıyan yönetmen olarak, bütün savaşların sebebi olarak sınırları gördüğünün apaçık delilidir. “Sınırlardan konu açıldığında söyleyebilirim ki konu sadece Kürtler değil, tüm insanlar. İran ve Irak Kürtlerinin arasındaki sınır sadece bir örnek. Sınırı gösteriyorum ki gerçekten çok saçma sapan bir şey olduğu görülsün. Bence dünyada tüm savaşların nedeni sınırlardır. Sınırları ikiye ayırabiliriz: Fiziksel ve manevi sınırlar. Manevi sınırlar, dinler arasındaki sınırlardır örneğin: Hristiyanlık ya da Müslümanlık, Şiilik yada Sünnilik… Bunlar hep baskıyla kabul ettirilmiş. Bizim topraklarımızı o kadar kutsallaştırıyor ki öbür tarafa bir adım atsan, daha önce İran-Irak savaşında olduğu gibi bir sekiz sene daha savaşabilirsin. Ama ABD’de sınır yok. Eğer sınır iyi bir şey olsaydı, Amerika kendini parça parça yapar, sınırlara bölerdi; ama gelip Sovyetleri on parçaya ayırdı. Bu on tane sınır belki ilerde on tane savaş demek; böylece silah sanayi ürünlerini on savaşta, on ülkeye satabilirsin.” Anavatanda Şarkılar’ın sonunda Hanare’nin yaşadığı kampa gelen Mirza!nın sesini takip edip bulduğu Hanare kimyasal saldırıda sesini kaybetmiş, boğuk boğuk konuşmaktadır. Mirza’ya Hanare olduğunu söylemez ve yüzünü de dönemez, yalnız kızını İran tarafına götürmesi için Mirza’ya verir. Film, Mirza’nın sırtında Hanare’nin çocuğuyla sınırı simgeleyen tel örgüleri aşmasıyla sona erer. İran sinemasındaki çocuk karakter yine ümidin simgesi olarak karşımıza çıkar. Sınırın öte yanında katliamlardan uzakta yaşamını sürdürecek Hanare’nin kızı Kürt halkının geleceğini kuracak ve sesini, müziğini yaşatacaktır.
Kaplumbağalar da Uçar’da Agrin’i Kürdistan’ın simgesi haline getiren Bahman Ghobadi, Anavatandan Şarkılar’da Türkçede nar anlamına gelen Henare isimli Kürt kadınıyla Kürdistan’ın durumunu anlatır ve şöyle der: “bir meyveyle simgelemek istersem Kürdistan’ı, narı gösteririm. İçinde kan var ve tane tane. Bazen birbirlerinden ayrı, bazen hepsi bir noktaya odaklanmış. Henare’yi bir kadın ismi olarak kullanıyoruz. Henare kimyasal bombalara maruz kalmış Kürdistan’dır. Sesini kaybetmiş ve kendisini tanıtamamış Kürdistan.” Kaplumbağalar da Uçar’da ise Ghobadi, tecavüze uğramış. Mayınlar ve bombalarla döşenmiş, için için kanayan, kapana kısılmış bir Kürdistan’ı anlatıyor. Öyle bir Kürdistan ki çocukların oyunları mayın toplamak, oyuncakları ise gaz maskesi. Birbirlerine hediye olarak da Saddam’ın heykelinin kolunu veriyorlar. Savaş üzerinden devam eden bir hayatta kurulan pazardan satın aldıkları şey ise 2. el silah ve kurşundan kolye…
Bahman Ghobadi’nin çekimlere başladığında elinde senaryonun yüzde yirmisinin olduğunu söylediği filmi neredeyse bir doğaçlama. Çekim sırasında yaşadıkları ise filmin ayrı bir ilham kaynağı ve tabi senaryonun tamamlayıcı kesimleri… Bu da filmin, çıplak ayaklı çocuklarıyla ve yağmur çamur görüntüleriyle ne kadar gerçekçi olduğunun ayrı bir kanıtı… Ayrıca oyuncuların orada yaşayan çocuklar olması yaşadıklarının üzerinde bıraktığı izleri nasıl dönüştürebildiklerinin ayrı bir göstergesi olarak karşımıza çıkıyor.
Saddam sonrası Irak’ta çekilen ilk film olan Kaplumbağalar da Uçar yanı başımızda yaşanıp biten bir savaşı göre göre yabancılaştığımız görüntüleri, o bölgede büyümüş sağ duyulu bir yönetmenin ve olayın gerçek kahramanlarının, mayın tarlasında günlük yaşamlarını sürdürmek zorunda olan çocukların gözünden seyriyle aktarıyor ve soruyor: “ Irak’ta asıl kimler savaştı? Başrollerde oynayan Amerika ve Saddam mı yoksa kendilerine biçilmiş hayatlarla savaşan çocuklar mı?”
Sınır olgusu ise Ghobadi’nin üç filmine de konu olur. Yönetmenin sınır hakkında söyledikleri ise o yörede doğup büyümüş ve İran Kürdistanı’nı uluslar arası platforma ilk taşıyan yönetmen olarak, bütün savaşların sebebi olarak sınırları gördüğünün apaçık delilidir. “Sınırlardan konu açıldığında söyleyebilirim ki konu sadece Kürtler değil, tüm insanlar. İran ve Irak Kürtlerinin arasındaki sınır sadece bir örnek. Sınırı gösteriyorum ki gerçekten çok saçma sapan bir şey olduğu görülsün. Bence dünyada tüm savaşların nedeni sınırlardır. Sınırları ikiye ayırabiliriz: Fiziksel ve manevi sınırlar. Manevi sınırlar, dinler arasındaki sınırlardır örneğin: Hristiyanlık ya da Müslümanlık, Şiilik yada Sünnilik… Bunlar hep baskıyla kabul ettirilmiş. Bizim topraklarımızı o kadar kutsallaştırıyor ki öbür tarafa bir adım atsan, daha önce İran-Irak savaşında olduğu gibi bir sekiz sene daha savaşabilirsin. Ama ABD’de sınır yok. Eğer sınır iyi bir şey olsaydı, Amerika kendini parça parça yapar, sınırlara bölerdi; ama gelip Sovyetleri on parçaya ayırdı. Bu on tane sınır belki ilerde on tane savaş demek; böylece silah sanayi ürünlerini on savaşta, on ülkeye satabilirsin.” Anavatanda Şarkılar’ın sonunda Hanare’nin yaşadığı kampa gelen Mirza!nın sesini takip edip bulduğu Hanare kimyasal saldırıda sesini kaybetmiş, boğuk boğuk konuşmaktadır. Mirza’ya Hanare olduğunu söylemez ve yüzünü de dönemez, yalnız kızını İran tarafına götürmesi için Mirza’ya verir. Film, Mirza’nın sırtında Hanare’nin çocuğuyla sınırı simgeleyen tel örgüleri aşmasıyla sona erer. İran sinemasındaki çocuk karakter yine ümidin simgesi olarak karşımıza çıkar. Sınırın öte yanında katliamlardan uzakta yaşamını sürdürecek Hanare’nin kızı Kürt halkının geleceğini kuracak ve sesini, müziğini yaşatacaktır.
Kaplumbağalar da Uçar’da Agrin’i Kürdistan’ın simgesi haline getiren Bahman Ghobadi, Anavatandan Şarkılar’da Türkçede nar anlamına gelen Henare isimli Kürt kadınıyla Kürdistan’ın durumunu anlatır ve şöyle der: “bir meyveyle simgelemek istersem Kürdistan’ı, narı gösteririm. İçinde kan var ve tane tane. Bazen birbirlerinden ayrı, bazen hepsi bir noktaya odaklanmış. Henare’yi bir kadın ismi olarak kullanıyoruz. Henare kimyasal bombalara maruz kalmış Kürdistan’dır. Sesini kaybetmiş ve kendisini tanıtamamış Kürdistan.” Kaplumbağalar da Uçar’da ise Ghobadi, tecavüze uğramış. Mayınlar ve bombalarla döşenmiş, için için kanayan, kapana kısılmış bir Kürdistan’ı anlatıyor. Öyle bir Kürdistan ki çocukların oyunları mayın toplamak, oyuncakları ise gaz maskesi. Birbirlerine hediye olarak da Saddam’ın heykelinin kolunu veriyorlar. Savaş üzerinden devam eden bir hayatta kurulan pazardan satın aldıkları şey ise 2. el silah ve kurşundan kolye…
Bahman Ghobadi’nin çekimlere başladığında elinde senaryonun yüzde yirmisinin olduğunu söylediği filmi neredeyse bir doğaçlama. Çekim sırasında yaşadıkları ise filmin ayrı bir ilham kaynağı ve tabi senaryonun tamamlayıcı kesimleri… Bu da filmin, çıplak ayaklı çocuklarıyla ve yağmur çamur görüntüleriyle ne kadar gerçekçi olduğunun ayrı bir kanıtı… Ayrıca oyuncuların orada yaşayan çocuklar olması yaşadıklarının üzerinde bıraktığı izleri nasıl dönüştürebildiklerinin ayrı bir göstergesi olarak karşımıza çıkıyor.
Saddam sonrası Irak’ta çekilen ilk film olan Kaplumbağalar da Uçar yanı başımızda yaşanıp biten bir savaşı göre göre yabancılaştığımız görüntüleri, o bölgede büyümüş sağ duyulu bir yönetmenin ve olayın gerçek kahramanlarının, mayın tarlasında günlük yaşamlarını sürdürmek zorunda olan çocukların gözünden seyriyle aktarıyor ve soruyor: “ Irak’ta asıl kimler savaştı? Başrollerde oynayan Amerika ve Saddam mı yoksa kendilerine biçilmiş hayatlarla savaşan çocuklar mı?”
0 serzeniş:
Yorum Gönder