Sözcükler kısıtlar insanı… Sözcükleri mülkümüze aldıkça onların belirlediği sınırlar içinde dolaşmak zorunda kalırız. Ezeli yalnızlığımızı konuşarak aşmak ister, çoğu zaman, aksine modern dünyanın mülküne hapsolmuş yalnız bireyi gibi kendimizi ebediyen yalnızlığa iletişimsizliğe mahkum ederiz. Zira sözcüklerin anlatmada yetersiz kaldığı, bazen de anlamı, anlaşılmayı daha çok ertelediği, kimi zaman da imkansız kıldığı durumlar, duygular vardır. O zaman davranışlar, bakışlarla sözcüklerin yarattığı kalıpları kırar, uçsuz bucaksız bir duygu evreninde hakikat arayışına çıkarız, ona tam dokunamasak da yaklaştığımızı hissederiz. Güney Koreli yönetmen Kim Ki Duk da sanki filmlerini bu duygu evreninde çekiyor ve burada sözcükler kimi zaman gereksizliği gösterilmek kimi zaman da görsel gerilimin altını çizmek için kullanılan bir araç sadece ama kesinlikle yarattığı büyülü dünyanın olmazsa olmazlarından değil. Kahramanları da, her şeyi olduğu gibi sözcükleri de mülküne alıp kendilerini onlara hapsedenlerin yadırgayacağı, antipatik bulacağı cinsten; farklı, sıradışı ama yönetmeninin minimalist stilinin yarattığı heybetli karakterler ama yalnızca gören gözlere… Yönetmenin sineması da oyuncu odaklı, diyaloglar arasında kaybolan Hollywood sinemasına bir o kadar uzak ve yabancı. Zamanı eğlenerek, insanı bunaltan gerçekliği bir süre de olsa unutarak geçirtmek vaadiyle değil sanki zamanı yavaşlatmak, acı da olsa varoluşumuzu hatırlatmak ve üzerine düşündürmek için kamerayı eline alıyor Kim Ki Duk. Karakterleri konuşmamayı seçmişler. Ya sözcüklere olan güvenlerini yitirdiklerinden ya da kendi yarattıkları uçsuz bucaksız evreninin hakikat soslu büyüsünü bozmamak için. Konuşmadan daha derin anlamları paylaştıkları gibi aştıkları sınırların kenarlarında yani insanların görebildiği alanın dışında dolaşmayı da öğrenebiliyorlar kimi zaman. Tercihen toplum dışı kalmış, dinginlik içinde doğayı ve kendilerini dinleyen yalnız bireyler onlar ama görece değil, zira yalnız olduğunu keşfetmek insanı daha yalnız değil daha farkında kılar çoğu zaman.


Türkiye izleyicisinin Kim Ki Duk ile ilk karşılaşması “ İlkbahar, Yaz, Sonbahar, Kış… ve İlkbahar” ile olmuştu. Ancak yönetmenin en can alıcı filmleri “Fedakar Kız” ve Berlin Film Festivali’nde en iyi yönetmen ödülü aldığı “Boş Ev” filmiydi. Zira Kim Ki Duk, bu filmleriyle farklılığını ortaya koymuş, sinemanın anlatım olanaklarını kendine has üslubuyla kullanarak özenli ve duyarlı bir sinemayı gözler önüne sermişti. Yönetmen, filmografisinin erken tarihlerinde birebir şiddet içeren filmler çekse de son dönem yapıtlarında psikolojik şiddete yönelmiş, pasif direniş gösteren karakterleriyle insan ilişkilerinin içerdiği çatışmaları betimlerken bir yandan da insan ruhunun derinliğini anlatmak mümkün olmasa da hissettirmiştir. Bu durum Kim Ki Duk’un “Yay” filminde de çok belirgindir. Film sade ama etkileyici görselliği ve müziğiyle sizi de insan ruhunun derinliklerinde sessiz bir yolculuğa çıkarır. Bir yandan insan doğasını ve insanın en temel zaaflarını sorgularken diğer yandan aslında insanın kendisinin de pek öyle sözcüklere dökülemeyecek bir varlık olduğunu anlarsınız, kimi ilişkilerin sözcüklere dökülemediği gibi…


"Dil ne gericidir, ne de ilerici; yalnızca faşisttir” der Roland Barthes. Ürünü olduğu iktidar ilişkileriyle belirlenmiş gerçekliği yeniden yaratan ve yine ona hapsolan dil de hem hükmetmeye yarar hem de sahibini köleleştirmeye çoğu zaman. Bu kirlenmiş dilin içinde özgürlük yoktur, ama ne yazık ki insan için dilin dışı diye bir şey de yoktur. Peki ama bu durumda anlatmak için dile mahkum bireyin özgürleşmesinin hiç mi yolu yoktur? Bu yolun, dile çelme takan oyunbaz bir edebiyattan ve bu edebiyatla yaratılmış yeni bir dilden geçtiğine inanır Barthes. Kim Ki Duk’u izledikten sonra bu seçeneğe özenli ellerle çekilmiş ve farklı bir dil arayışındaki sinemayı da ekleyebiliriz sanırım. Farklı bir dil arayışı diyorum, çünkü verili gerçeklik ona nasıl bakılması, nasıl yorumlanması gerektiğini de beraberinde getiriyorsa ve verili dil de o gerçekliğin bir parçasıysa, statükoyu eleştiren bakışı ifade etmek de ancak farklı bir dille mümkündür; öbür türlü eleştirdiğiniz sistemi yeniden üretmekten ve güçlendirmekten başka bir şey yapmazsınız. Arka cepheyi de görmek ve anlatmak istiyorsanız yalnızca ön cepheye bakan pencereyi kullanamazsınız. Kim Ki Duk arka pencereyi keşfetmişe benziyor ve oradan beraber bakmaya davet ediyor izleyicilerini. Tabi “yükseklik korkusu” olmayanlar çatıya da çıkabilir…

6 serzeniş:

Travis dedi ki...

dediğin gibi benim de kim ki-duk ile karşılaşmam "spring,summer.. " ile oldu. kim ki-duk ile yeni tanışanlar gibi ben de "kim ki-bu" diye espriler de yapmadım değil:)

sonra filme bir de altyazı gerekti, hemen indirdim bi altyazı. o da ne? normal şartlarda filmin uzunluguna ve diyalog çokluğuna göre "30-80kb" arasında değişlen altyazı dosyası bu sefer "6kb" olarak gösteriyordu. 1 buçuk saatlik film oldugu düşünülürse bu kısalığın filmin uzunlugundan olmadıgı anlaşılıyordu. o zaman nasıl bi filmin beni beklediğini anladım.
film ilerledikçe birçok filmdeki -birçok- diyalogun ne kadar boş oldugunu anlıyor insan, kelimeler ile anlatılmayacak şeyleri bizlere yılan-balık-kurbağa ile anlatan Kim ki-duk u izledikçe..
"kim ki-bu" sataşmalarıma cevaben izlediğim film ile "işte bu benim" demişti Kim Ki-Duk..

@ neftiss
film sonrası "tanıştığımıza memnun oldum Kim Ki-Duk" dediğim gibi, ilk yazında da "kim ki-bu" sorusuna cevap vererek bloga giriş yapıp "işte bu da benim" dediğin için ayrı bi memnunum:)
Hoşgeldin tekrardan..

öz dedi ki...

Filmekimi nin daimi yönetmeni
her sene filmleri oluyor herhalde :D en azından son 2 senedir var

boş ev-ilkbahar...- nefes-yay
gibi bi' sırayla izledim ben, ve arada 'sapık lan bu' desemde seviyorum filmlerini, Yay'ı pek tuttuğum söylenemez ama.
Ayrıca hiçte boş durmuyor her sene bir film çıkartıyor, maşallah.

S dedi ki...

bir insanin susarak ne kadar cok anlatabileceginin en guzel ornegidir kim ki duk.

ve bu yorum, ona saygimdan bu kadar kisadir.

Travis dedi ki...

diger yorumlarını düşünürsek oldukça saygılı oldugunu rahatça anlayabiliyorum..
yoksa çoktan birileri için bi şeyler yapmaya hazırdın =)

gizemsel dedi ki...

Boş Ev sanırım her zaman başucu filmlerimden biri olarak kalacak. Zaman ise yine en sevdiklerimden. Çok seviyorum Kim Ki Duk filmlerini. Çok fazla. Susarak bir şeyler anlatmak çok zor olmasına rağmen, o neredeyse tüm filmlerinde başarıyor bunu. Zaman zaman Boş Ev'i açar ve hep son sahnesini izlerim. İnsana çok fazla hayal kurduruyor o sahne ve diğerleri. Dengeli bir ilişki yaşama isteği ve tartıya her çıkıldığında ibrenin sıfırı göstermesini arzulamak. Evet, işte Kim Ki Duk'un yaptığı bu. Sadece görüntüyü kullanarak çok fazla şey anlatmak.

neftiss dedi ki...

Sanrım benim de en sevdiğim filmleri boş ev ve nefes.(Zaten bir sonraki yazım da "boş ev" üzerine olacak) Bütün o salya sümük ağlatarak meselenin içini boşaltan aşk filmlerinden sonra, "aşkı çok güzel anlatmış"(hele o sondaki tartı sahnesinde) diyerek hakaret etmek istemiyorum ama çok güzel anlatmış yahu:)
Kim Ki Duk'u her izlediğimde aklıma şu söz gelir, nerde okudum hatırlamıyorum: "Zaten sanat dedikleri, ümitsizlerin yaşama sevinci değil miydi?"