Girilen her yol,atılan her adım insanı sona yakınlaştırır ve insanoğlu sonunu en başından itibaren bilir. Oscar da olduğu gibi. Sonunu bilen insanın yapması gereken şey ise kabullenmektir.Bir nevi boşluğu kabullenmek. Boşluk unutmak demektir. Zira unutmak kabullenmenin en keskin yoludur.Oscar da boşluğu böyle keşfeder.

Saf insanların yaşam yolunda en büyük zaafları inanmak ve güvenmektir. Oscar da saf bir çocuktur. Alex’e güvenir,kardeşine güvenir,uyuşturucunun beyninde sağladığı hazza inanır. Ebeveynlerini kazada kaybetmenin yarattığı etkiyi üzerinden yıllar geçse dahi atamamış olan Oscar acılarını hafifletmek ve dünyanın üzerinde bıraktığı tahribatı silebilmek adına her uyuşturucuyu kullanır. DMT adı verilen uyuşturucu madde en büyük dostu konumundadır. Bu dünya düşündükçe bitirilecek gibi değildir ve izi silinecek bir çok olay ve bu uğurda tüttürülecek fazlasıyla uyuşturucu vardır. Bu bağlamda Oscar'ın girdiği son tribe Gaspar Noe’nin çekimleri ve Oscar’ın düşledikleriyle şahit oluruz.

Filmin ana maddesi uçmaktır. Uçmak film boyunca Oscar'ın özgürlüğünü simgeler ve Dmt adı verilen uyuşturucu madde ile Tibet’in ölüler kitabının bir kesişim noktası vardır. Ruhun bedenden ayrılması ve geçmiş ile şimdiki zaman arasında sürünceme de kalması.Hayallerle bezili bir ortam. Yaşamdan sonra Araf adı verilen boşluğun günümüz dünyasında Tokyo’da DMT tribi adı veriliyor. Oscar için farklı bir deyişle Araf’a kestirmeli uçmak denilebilir. Oscar’ın küçüklüğü,Oscar'ın sözleri ve Oscar'ın pişmanlıkları.Hepsi Boşluk’ta sonsuz defa tekrarlanan bir döngüde hareket etmektedir. Tokyo'nun kuşbakışı silüeti ve insanların Oscar sonrası yaşamları ise hayale dayalıdır. Oscar hayal ettikçe şimdiki zaman var olmaktadır.Zamanın belirli bir sınırı yoktur ve akmasını hayal ettikçe Oscar’ın hükmünde zaman döngüsüne devam eder.Geçmiş olduğu yerdedir ve her seferinde pişmanlıklar,acılar ve en saf duygular beyaz perdeye yansır. Oscar’ın boşluğunda mutluluk tanımlanmamış bir duygu. Oscar yaşama ve ölüme boşlukta kavuşur.

Gaspar Noe ilk uzun metrajlı filmi Irreversible'deki başarısının şans olmadığını Enter the Void'de fazlasıyla kanıtlıyor.Yenilikçi bir şekilde basit bir konuyu farklı çekim teknikleriyle izleyiciye sunan başarılı yönetmen,bir bakıma sinemanın hangi doğrultuda evrimleşeceğini de beyaz perdeye aktarmaktadır. 7.sanat'a geniş bir pencereden baktğımızda belli aralıklarla biçim ve şekil değiştirdiğini görürüz. En önemlisi yaşadığı dönemin etkilerini yakından hisseder.1950lerde Yeni Dalga,sonrasında gelen Hollywood’un ticari anlamda baskın olduğu dönemler,Uzak doğu ve Avrupa sinemasının adından yeniden söz ettirmesi,Dogma 95 ile Trier’in biçimsellik hareketi ve günümüzde yapımın farklılaşmasını sağlayan çekim teknikleri.Sıradan bir hikayeyi bile (Enter the Void bu mevzuya iyi bir örnektir) diğer yapımlardan daha belirgin hale gelmesini sağlayan bu teknik belli ki sinemanın değişimin en önemli yapı taşlarından olacaktır. Zira sinemada konu olarak yeni bir şeyler sunmak gittikçe zorlaşıyor ve yapımlar da konudan ziyade biçimselliğe önem verme eğilimine giriyor. Bu anlamda yönetmenlerin değeri daha çok artmaktadır. İlerleyen dönemlerde bunun örnekleri fazlalaşacaktır, özellikle de bağımsız filmlerde bu çekim tekniğinin hatrı sayılır bir yeri olacaktır.

3 serzeniş:

gri kent sakini dedi ki...

Gaspar ın Karne ve I stand alone isimli birbirine konu olarak bağlı iki filmi daha vardır. Onlarda gerçekten çok farklı konu işleyişi insanı birşeylerin birazdan ters gitmeye başlayacağını uyaran girişleri ile çok farklıydı. Ben Gaspar la Irréversible ile tanıştım. Enter The Void gerçekten Gaspar ın kariyeri için bir yapı taşı denilebilir. Cannes festivalinde film için kimi zaman bu film sinemada bir milattır dedirtirken kimi çevrelerde yerden yere vuruyordu. Gaspar ın film deki özellikle trip sahnesindeki başarısı Oscar ın gözünden çektiği sahneler, herzamanki gibi mükemmel müzik seçimleri, farklı çekim teknikleri ve daha sayılacak birçok şeyle yine farklı ve çekici bir seyirliğe imza atmıştır... Yazınızı gerçekten çok beğendim, bir Gaspar hayranı olarak okurken çok keyif aldım...

JE Androcoen dedi ki...

yazıyı beğenmekle birlikte gaspar noe'nın ilk uzun metrajının irreversible olmadığını belirtmek istedim. i stand alone gibi önemli bir filmin görmezden gelinmesini istemem. enter the void benim adıma sinema adına uzun süre daha ulaşılamayacak zirvelerden biridir, hem görsel hem de hikaye anlatımı adına.

Adsız dedi ki...

Yesterday, while I was at work, my sister stole my iphone and tested to see if
it can survive a thirty foot drop, just so she
can be a youtube sensation. My iPad is now destroyed and she has 83
views. I know this is totally off topic but I had to
share it with someone!

Here is my weblog :: wireless driveway