Geçen sene Cannes'da yarışan bu animasyon filminin yüzeyine baktığımızda bir masal anlatıyor gibi: yakın zamanda çocuklarını kaybetmiş fakir bir ormancı çift, tanrılara edilen dualar ve bir gün ormanda bulunan tren camından dışarı atılmış bir bebek. Onu camdan atan kişiye lanet ediyorsun. Ama daha dur, trenin içini henüz görmedin.
Oscarlı yönetmen Michel Hazanavicius (The Artist, 2011) imzası taşıyan The Most Precious of Cargoes, Jean-Claude Grumberg'ün aynı adlı eserinden uyarlanan bir animasyon filmi. Film, karlar içinde yaşayan bir çiftin, trenden atılan bir bebeği bulmasıyla değişen hayatlarını konu alırken, aynı zamanda bizlere tarihsel bir hafıza tazelemesi yapıyor: insanlığın en karanlık dönemlerinden biri olan İkinci Dünya Savaşı yıllarını ve tabi ki Yahudi Soykırımını.
Filmin başlarında eve getirilen bu bebeği 'kalpsizler'in çocuğu olduğu gerekçesiyle istemeyen, onlara ait olan bir bebeğin eve getirilmesinin eve uğursuzluk getireceğini düşünen oduncu baba, filmin ilerleyen zamanlarında 'kalpsizler'in de birer kalbi olduğunu çocuğa dokunduğu bir anda hissettiği kalp atışıyla anlıyor. Karakter ismi veremiyorum, çünkü yok. Bununla da anlatının bireyleri değil, insanlığın evrensel halini temsil ettiği vurgulanmış. Yani tüm insanlık, Yahudileri kalpsiz belleyen ve onlara karşı ön yargılı-imiş(!).
Kurgu mu? Size gerçeğini vereyim:
İkinci Dünya Savaşı ve dram bir arada kullanıldığında aklımıza ilk gelen şey Holokost oluyor. Holokost'un inkarı ya da küçümsenmesi düşünülemiyor, düşünülmemeli de. Oysa 85 milyona yakın insanın öldüğü bir savaşın yegane mağdurları tek bir millet olamaz, olmamalı. Kaldı ki bu mağdur edebiyatının ekmeği 100 yıla yakındır bitmek tükenmez şekilde yeniyor. Yahudi halkının tarihsel travmaları, onları adaletin evrensel savunucuları haline getirmesi gerekiyorken, bugün bir devlet aygıtı olarak İsrail'in yürüttüğü yıkım, bu tarihsel hafızaya keskin bir tezat oluşturuyor. Yahudi kimliğini taşıyan bir bebek için verilen bir savaşın anlatıldığı bir filmle, günümüzde Filistinli çocukların hedef alındığı bir gerçek arasındaki çelişki, yalnızca siyasi değil, derin bir insani problem olarak karşımıza çıkıyor. Filmde anlatılan bu dramın kurgu olduğunu pişkince söylemek yerine, dram için kurgu bir hikayeye girişmeyip, hali hazırda Gazze'de gerçekleşen bir katliam ele alınabilirdi. Sırf kimlikleri Yahudi değil diye ve hatta sırf katleden kişilerin bizzat Yahudilerin kendisi diye bu zulme sessiz kalmak filmde anlatılan iki yüzlülüğün, hayvanlığın, taraflılığın ve ön yargının ta kendisidir.Film boyunca kurgu karakterden oluşan bir bebeği korumak için gösterilen cesaret, inanç, vicdan ve insanlık bugün gerçek dünyada ölen çocuklar için gösterilmiyor. Geçmişte zulme uğramış olan bir halkın, bu kez zulmü uygulayan aygıtı olan İsrail devletinin askeri operasyonlarıyla her gün onlarca çocuk ölüyor. Filmin tabiriyle "en kıymetli yükler" yine parçalanıyor ve biz de onları taşıyan trene, öküze bakar gibi bakıyoruz.