Shyalaman ‘The Village’ filminde otoriteyi sağlama almış olan bireylerin gelecek nesilleri korku ile yöneterek onları dış dünyanın kötülüklerinden korumalarına vurgu yapmıştı. Bu insanlar bir nevi insanı dış dünyanın kötülüklerinden ayrıştırarak onları saf iyiliğe yönlendirmeye çalışıyorlardı. Bu otorite içgüdüsü ve insanları mutlak iyiye yöneltme genel de bilmkurgu filmlerinden aşina olduğumuz mevzulardandır. Bu mevzuyu çekirdek aile düzeyine indirirsek ve filme Hanekevari bakış açısı eklersek ortaya Dogtooth çıkmaktadır.

Her nesil kendisinden önceki nesillerin gölgesinde yetişir. Kabul görülen doğrular geçmişten günümüze insanlığın doğru ve yanlışlarıdır. Deniz kelimesi ilk duyduğunuz andan itibaren size neyi çağrıştırıyorsa hayatınız boyunca bunu öğrendiğiniz gibi kabul edersiniz. Dogtooth filminde ‘deniz’ kelimesi ‘kol kısmı tahtadan olan deri sandalye’ anlamına gelmektedir. Açılış sekansında kasetçalara kaydedilmiş olan kelimeler bizleri bambaşka bir dünyaya götürüyor. Özellikle göze çarpan şey ise kelimelerin dış dünyaya ait olması. Deniz,yolculuk,otoyol. Dış dünyada gitmeyi çağrıştıran yolculuk ve otoyol kelimeleri bu dünyada farklı anlamlar taşımaktadır. Kendisi adına mutlak gerçeği çocuklarına aktarmaya çalışan babanın öğrettiği dilden ayrıştırdığı kelimeler özgürlüğü,yolculuğu veya kötülüğü tasvir edenlerdir.

Babanın otorite sahibi olduğu bu içe kapanık ailede bilginin önemi önplana çıkıyor(Matematik bilgisi). Ödüllendirme ve ceza yöntemiyle çocuklarına bilgiyi aşılamaya çalışan baba ayrıca belirsiz bir geleceğe hazırladığı çocuklarına her daim dış dünyanın korku duyulacak bir yer olduğunu vurguluyor. Bu ödüllendirme ve cezalar onların ‘saf insan’ olmalarına ket vuran en büyük engeldir. Zira kazanma hırsı yapan çocukların birbirlerine verdiği zararlar yadsınamaz.

Bilginin önemi sadece matematik ile sınırlıdır.Diğer bilgiler çocukların dış dünyaya meraknı arttıracağı için bunlarla ilgili bir şey göremiyoruz ve öğretilmeyen her bilgi çocukların hayal dünyasına da ket vurur. Hayal dünyasından yoksun olan çocuklar da korku imparatorluğunda dilin sınırları içerisinde yaşamaktan rahatsız olmuyorlar. Burada bilgisizliğin insan mutluluğuna etkisine tanık oluyoruz. Zira çocuklar babalarından ailenin önemine vurgu yapan şarkıyı dinlerken çok mutludurlar. Bu mutluluk belki onlarca insanın arzuladığı saf anlardan biridir.

Saf insan mevzusuna önceki yıllarda yorum sunmaya çalışan Trier de ‘Idioterne’ yapımında ‘ahmaklığa’ övgüler getirmişti. Trier bizlere saf insan olmanın yolunun sıfır bilgiden geçtiğine inanan bir grup bireyin eve kapanmasını ve sapkınlıklarını sunmuştu. Böylece mutluluğa ulaştığını düşünen grubun kendini tam anlamıyla toplumdan soyutlayamadığını görüyorduk. Yönetmen bu açıdan bu filmin biraz etkisinde kalmış diyebiliriz. Zira işleyiş açısından paralellik gösteren yapımlardır. Her iki grup insan da bilgisizlikleriyle mutludurlar ve toplumdan tamamen soyutlanabilmek imkansız bir iştir.

Yapımda dilden ve otoriter rejimden ayrı olarak üzerinde durulması gereken en önemli husus toplumda kabul gören değer yargılarıdır. Kişilerin ahlak anlayışı da diğer nesillerden öğrendikleriyle şekillenir. Örneğin film boyunca ailesini dış dünyadan korumaya çalışan babanın oğlunun cinsel arzularını dindirmesi için dışarıdan işçi bir kadını eve sokması varolan ahlak anlayışının dışındadır veya daha ileriye gidecek olursak babanın kızını oğluna sunması ve çocuğun ensest ilişkiden zevk almaya çalışması ona doğru gelmektedir ve bu öğrenilememiş ahlak kurallarındandır.Bu açıdan bakacak olursak dış dünyanın kötülüğü iç dünyanın sapkınlığından daha öte değildir.

Dışarıdan erkek çocuğun birlikte olması için getirilen kadın ailenin toplumla tek bağlantısıdır ve dış dünyanın insanı eline geçen her şeyi bozmaya meyillidir.(Dostoyevski’yi analım)Bu bağlamda insanın elinin değdiği her şeyi daha kötüye götürmesi mevzusuna defalarca tanık olmuşuzdur ve bu mutlu ailede babanın sağlam otoriter yapısını bozan tek şey bu işçi kadındır. Öyle ki kız çocuğu işçi kadın vasıtasıyla elde ettiği Rocky filmini izlerken hırsı öğrenmiştir. Kendini taklit etmeyi bırakarak Rocky’i örnek alır. Sinemanın insana farklı bilgiler katabileceğine tanık oluyoruz ve evin büyük kızı acı çekmenin özgürlüğüne kavuşmasının farklı bir yolu olduğu doğrusunu da sinema üzerinden öğrenmiştir. Bir nevi varoluşculuğa Rocky ile adım atar. ”Acı yok Rocky” repliğinin içinde taşıdığı doğruculuk hayatına sirayet etmiştir. Zira son sekansa gelirken “No Pain No Gain” özdeyişinden esintiler görürüz.

1 serzeniş:

mtat dedi ki...

Üç defa yönetmenin ismine bakıp, inanmamazlık ettim. Bir de Almanca konuşsalar tamam denir: Filmin renginden, rahatsız ediciliğinden ve korkudan da destek alırsak. "Das tiefste Gefühl ist die Angst." demiş zaten(Korku, en derin duygudur.).