May8

Bazı filmler vardır, izleyip geçemezsiniz. Onlar, hikaye anlatmaz, bir coğrafyayı, bir kültürü, bir alt kimliği anlatır. Kaan Müjdeci'nin 2014 yapımı Sivas filmi tam da böyle bir film. Bugün Türkiye'de yeniden sokak köpeklerinin 'toplatılması' ve 'uyutulması' gündemdeyken, Sivas'ı yeniden hatırlamak gerekiyor. Çünkü bu film, sinemada gördüğümüz köpeğe üzülüp, sokakta gördüğümüz köpeğe kayıtsız kalmamızın çelişkisini yüzümüze vuruyor. 


Film, 11 yaşındaki Aslan ve yaralı bir dövüş köpeği olan Sivas'ın hikayesini anlatıyor. Filmi güzel yapan klişelikten uzak duran doğallığı. Tipik bir çocuk-köpek filmi anlatısına sahip değil. Ne Aslan tam anlamıyla 'masum' bir çocuk olarak resmediliyor, ne de Sivas romantize ediliyor. Aslan, toplumun dayattığı erkeklik kalıplarıyla büyümeye çalışan, hem öğretmeni hem de ailesi tarafından erkek olmaya, güçlü olmaya zorlanan bir çocuk. Sınıf arkadaşına aşık olur ama bunu gösteremez. Sahneye çıkmak ister ama 'büyümemiş' sayıldığı için bu da olmaz. İşte bu noktada yaralı olduğu için terk edilmiş dövüş köpeği Sivas giriyor hayatına. Tanıştıklarında her ikisi de yaralı, her ikisi de henüz 'olmamış' iken, Sivas astık Aslan için bir güç sembolü oluyor. Ailesinin dikkatini çekmesine, arkadaşları arasında itibarı artmasına sebep olur. Sivas'ı maskülenliğini ispat için kullanıp sevdiği kıza Sivas'ın gücü üzerinden kur bile yapıyor. Ama bu masum ilişki daha sonraları naif bir çocuk-köpek bağı olmaktan uzaklaşıyor. Sivas köpek dövüşlerinden kan, diş lekeleri arasında kalabalık tezahüratlar eşliğinde hem kendisinin, hem de sahibi Aslan'ın 'erkekliğini' ve 'gücünü' ispat için savaşıyor. Peki biz bu sahnelerde neyi izliyoruz gerçekte? Bir köpeği mi? Bir çocuğu mu?

Sivas filmi, Türkiye'nin kırsal gerçekliğine dair sert ama en azından dürüst bir tablo çiziyor. Hayvanların araçsallaştırıldığı, işe yaradığı sürece değer gördüğü kültürü bize gösteriyor. Dövüştürülen köpekler de dövüş edemez hale geldiklerinde ya dışlanıp açık arazilere terk edilir ya da yok edilir. Filmin sonunda köpeğini artık dövüştürmeyeceğini söyleyen Aslan'a söylenen sözler: " O niye la? O bir it. Kapının önünde dursun da çocukları mı kovalasın. Herkes yerini bilecek, it de itliğini bilecek. Sen ona yal (mama) veriyorsan o da bunun hakkını verecek, boğuşacak." insan ile köpek arasındaki çizgiyi bu menfaat çerçevesi üzerinden çiziyor. Şehirlerde de farklı manzara yok. Sokak köpekleri ya tehdit olarak görülüyor ya da romantize edilerek parlatılıyor. Arası yok. Bu ikili bakış arasında yok olan ise hayvanların kendisi oluyor. Sözüne şöyle devam ediyor "Sen it olarak doğ, vay ben aslanım, aslan olacam de" ile hem kendisini ispat etmeye çalışan Aslan'a sınıfsal bir had bildiriyor, hem de bir köpeğin sadece köpek olarak kalacağını vurguluyor. 


Filmin en dikkat çekici başarılarından biri, köpeği simgeselleştirmeden bir karakter olarak sunabilmesi. Sivas sadece bir hayvan değil, izleyicinin gözünde canlı, hissedebilen, acı çeken bir birey. Ancak film boyunca Sivas'ın kaderi, Aslan'ın toplumdaki konumuyla doğrudan ilişkilidir. Hatta çoğu kez bu iki karakter iç içe geçmiş vaziyette.  Sivas'ı dövüşüyor görürüz ama dövüşen Aslan'ın iç dünyasıdır. Yaralan Sivas'tır ama acı çeken Aslan. Sivas'a kimliği üzerinden had bildirilir, ama had bilen Aslan olur. 


Sokak köpeğinden vakti zamanında ben de dost edinmiştim. Çocukluğumuzda televizyon ekranlarında dönen Lassie filminden esinlenip adını da Lassie koymuş, bir aşağı bir yukarı koşturup durmuştuk. Her mahallenin vardı böyle köpeği. Çocukların isim verdiği, kasabın artık etleri verdiği, annelerin kızdığı ama gizliden su bıraktığı. Yeni yasa ile ne bu tarz yeni dostluklar kurulabilecek, ne de Sivas filmi gibi filmler yapılacak. Yapılsa da sokakta düşman olarak benimsememiz yüzünden toplatılmış köpekleri sinemada yeniden kahraman yapacak ikiyüzlülüğümüzle yapılacak. 

0 serzeniş: