Amazon Prime’ın bugünlerde billboardları süsleyen sci-fi dizisi The Peripheral’ın şimdilik ilk 3 bölümü  yayınlandı. Henüz ilk iki bölümünü izlemiş olsam da dizinin giriş bölümünde herkesi meşgul eden bir mevzu var: “Bu dizi daha önceki yapımlardan hangisine benziyor?
Şimdilik iki cevabı var. 

İlki:Hepsi
.
Çünkü Ready Player One diye başlıyor, Matrix diye ilerliyor, The 13th Floor olacak diye sanılıyor ama neden Fringe de olmasın ki diye giderek uzuyor liste. Listeye Avatar'ı hatta Terminator'ü bile ekleyebiliriz. İzlediğiniz tüm Sci/fi yapımlarını toplayın, hepsinden var gibi.

İkinci cevap ise: Hiçbiri!




Peripheral kavramını The Matrix filmindeki Matrix dünyası gibi kullanıldığından bir tür simülasyon evreni içerisinde olabileceğimizi düşünüyoruz. Ama reel world sandığımız kısımda da doğaüstü birkaç şeye tanıklık edince bu kez Another Matrix in the Matrix oluşuyor ki bu da simülasyon içi simülasyon filmi olan The 13th Floor a götürüyor. Bayrağı bu filmden daha sonra Fringe dizisi alıyor. Yapılar ve ya adını henüz koyamadığımız boyutlar arası bir kavganın içerisinde buluyoruz kendimizi. Cidden
kategorize edebileceğimiz bir yapısı henüz yok dizinin. Ama şu ana kadar oldukça sağlam gittiğini ve şimdiden sci-fi konusunda izleyicinin zihnini açıp düşüncelere gark ettiğini söyleyebilirim. Sci-fi severlerin Matrix Resurrections hüsranından sonra yüzlerini güldürebilecek bu yapıma hemen atlayıp seveceğini de söyleyebilirim. Henüz söyleyemeyeceğim şey ise dizinin konusunun nasıl çözümleneceği ve sonlanacağı. Bir diziyi ya da yapımı kalıcı şekilde güzel yapacak olan kısımları konuşmak için henüz erken. Nihayetinde, itibar sonadır.

Billboardlarda göğsünü gere gere de afişe iliştirilen "Westworld dizisinin yaratıcılarından" ibaresi biraz trick kaçıyor. Bu ibare ile kastı ünlü yönetmen Christopher Nolan'ın da filmlerinin senaristliğini yapan kardeşi Jonathan Nolan kastediliyor. Oysa Jonathan Nolan, Westworld dizisinin yapımcıları arasında olduğu gibi o dizinin senaristleri arasında da yer alıyor. Ama Peripheral dizisinin ise sadece onlarca yapımcısından birisi ve çok da söz sahibi olduğu söylenemez an itibariyle. Westworld dizisiyle bir diğer ortak yapımcısı da Lisa Joy. O da onlarca yapımcıdan birisi. 

Yönetmen David O.Russell'ın son filmi Amsterdam adeta yıldızlar geçidi. Margot Robbie, John David Washington, Anya Taylor-Joy, Chris Rock, Michael Shannon, Taylor Swift, Zoe Saldana, Rami Malek, Robert De Niro... Daha niceleri ve tabi ki yönetmenin American Hustle ve The Fighter filmlerinin de baş rolünde olan Christian Bale. Bunca yıldızı bir araya getiriyorsan dikkati dağıtmak istiyorsundur. Ve dağıtıyorsun da, ki mesele bu değil. Mesele dağıtılanı toparlayabilmekte.

Sonda söyleyeceğimi bu kez başta söyleyeceğim. Amsterdam, büyük yıldızlarla dolu, karmaşık bir curcuna. Yönetmen bir önceki filmlerinden olan Ameriacan Hustle filmi gibi, bu filmi de yapısal bir karmaşıklığa sahip, ama o filmin akıcılığından ve tutarlılığından yoksun. Görsel cazibe ve araya serpiştirilmiş eğlenceli anlar sunsa da, yönetmenin önceki yapımlarındaki etkileyici görsel dili ve samimi karakterlerden yoksun bir film. Nihayetinde filmin temel mesajı olan 'insan nezaketine duyulan basit ihtiyaç' seyircinin gözünde 'sonradan akla gelen sinik bir düşünce' gibi kalıyor.

İçimdekileri attığıma göre filme geri dönebilirim. Film, 1930'ların New York'unda bir cinayetle başlıyor. Doktor Burt (Christian Bale) ve avukat Harold (John David Washington) bu cinayetle suçlanıyor ve kendilerini kanunun hedefinde buluyorlar. Ölen kişi, Burt'ün ve Harold'ın eski komutanı, askeri bir kahraman olan babasının cinayetini soruşturmalarını isteyen kızları. ve hikaye burada 1918 yılına, Burt ve Harold'ın asker oldukları yıllara geçiş yapıyor. Ve bu kısım önce Belçika'da, ardından da Amsterdam'da geçiyor. Sahra hastanesinde tanıştıkları Valerie (Margot Robbie) ile tanışmaları da burada oluyor. Ancak Burt ve Harol, masumiyetlerini kanıtlamaya çalışırken daha büyük bir komployla karşı karşıya kalıyorlar.


Yönetmen David O.Russel, ton geçişlerinde tutarlılığı saplayamıyor. Bu sebebi ise filmin akışı hikayeyi yavaşlatan açıklayıcı parçalarla tıkanmış. Özellikle finalde yönetmenin daha önceki iki saatlik dağınık anlatımında yeterince açıklayamadığı noktaları, uzun konuşmalar ile izah etmek zorundan kalması filmin olmamışlığının en bariz göstergesi. Curcunanın ortasında en iyi olan şey ise Christian Bale'in usta oyunculuğu. Onun dışında ne yazık ki filmin verebileceği çok bir şey yok.