Wes Anderson, bu dördüncü uzun metraj filminde kara mizahın doruklarında yaşayan enteresan karakterlerle tanıştırıyor bizi. Kendi tarzını yine gösteren (ki bu çoğu tanım estetik tarzının üzerinde duruyor – tek renk, metodik sinemacılığı ve planlanmışlığı.) bu şahane yapım fantastik, macera ve drama türüne giriyor ve anında 50 milyon dolarlık bir bütçeye varıyor. Suda Yaşam çevirisi ile de ülkemizde bazı televiyon kanallarının da yayınladığı film, 2004 Amerika yapımı. Çekimlerinin çoğunluğunu Napoli, Ponza ve İtalya’daki Rivyera’da gerçekleştirilmiş. Ayrıca yazımında hem Anderson hem de Noah Baumbach parmağı görüyoruz ki, çaktırmadan bu ikilinin gerçek kardeş çıkmasından korkuyorum.

Bu şahane teknik detaylardan sonra filmin içinde işlenen konulardan ziyade en çok ekranın içine çeken etmenden bahsetmek istiyorum. Bill Murray: Anderson’ın biricik yıldızı. Elimden gelse bütün ödülleri ona vereceğim. Filmdeki “Steve Zissou” kısmını dolduran Murray’in karakteri başlı başına filmin konusu olduğu için bu kadar şişiriyorum, bakmayın. Denizbilimci Zissou karakteri -Jacques-Yves Cousteau’nun saygı çerçevesinde yapılan bir parodisidir- dünyaca tanınan belgesellere imza atmış, ekibi ve filmleri ile sevilen bir adammış vakti zamanında. Gel gelelim zamanla azalan şöhretinin üzerine bir de en iyi arkadaşı Esteban çekimler sırasında Jaguar Köpekbalığı tarafından yenmesi ile çöküş onun başlamıştır. Zaten egoist Zissou kendinden ödün vermeden kara draması içine girer ve filmin güzel tarafı burada başlar. Zengin karısı, henüz bilmediğimiz oğlu, röpotajcısı, kıskanç Alman’ı ve tüm ekibi ile bizi de belgeseline alarak “film içinde film”ine dahil eder.


Burada hikayenin geri kalanını anlatmamak için çok acılar çeksem de, izleyip görmeniz gerektiğini düşünüyorum. Garip bir masal tadında ilerleyen hikaye oradan oraya alakasızca sürerken bir saniye bile sıkılma payı bırakmaması göze, kulağa (ki Anderson müzikleri başlı başına bir fenomendir. Folk ve Brit pop karışımını çoğu filminde kullanır) hitap etmesi pek de şahanedir. Karakterlerinden birinin de film içinde her fırsatta David Bowie çalması ise kanıtlar sanki durumu.

Bunun dışında o kadar nefes kesmeyen performansı ile yine Owen Wilson’ı Ned karakterinde canlı olarak görüyoruz. Yardımcı pilot olan Ned, annesinin ölümünden sonra tası tarağı toplayıp olası babası Zissou’nun yanına gelerek hayatının macerasına atılır. Yönetmenin torpili ile oynadığını düşündüğüm Wilson’ın oyunculuğunu “muhteşem” bulmasam da, düşününce bir yap-bozun parçası gibi geliyor. Yerine koyamadığım bu adam oldukça sinir bozucu. Burnu da kırılmış bence (meşhur Royal Tennenbaums’tan ve diğer tüm Anderson filmlerinde oynamışlığı vardır).



Cast’ta bir Cate Blanchett ismi görüyoruz, hatta sanırım film posterinde de kanguru gibi görünüyor. Jane Winslett-Richardson isminde bir gazeteciyi canlandıran Blanchett ağzında sakızı ile ve hamilelik hormonlarıyla kimi zaman sudaki yaşamları gerse de, kahkahalarla gülmemizi sağlayan şahane bir karakter. Zaten yeteneği ile son dönemlerde iyi yapımlarla da anılması çok da şaşırılacak bir şey değil.

Aslında pek çok orijinal karakteri bünyesinde bulunduran film, hepsi bir yana aslında çoğu karede esinlenme, parodisini de ironikçe çıkarıyor. Sessizlik sonrası gelen dolu cümlelerden kolayca çıkabiliyor ki, Jules and Jim’den, Fellini’nin 8½’una atıfta bulunurken, açık açık Emanuele Crialese’den esinlenmeler görüyoruz. Hatta yakalayamadığım pek çok sahne’yi -sağolsunlar- Wikipedia’da açık açık vermişler. Filmi ikinci defa izlerden alakasız gelen sahnelere “kime atıftı acaba” paranoyasına da dahil olduğum açıktır. Bunun için atıflama tarzını kimi zaman yorucu bulsam da, mizaha mizah kattığı doğrudur şimdi!

Proust, Jane ve 12 yıl sonra 11.5 yaşında olacak çocuk



Bir sahnede, sesli olarak kitap okuyan Jane bebeğine 6 ciltlik bir takım okumaktadır. Aslında elindeki ile 7 eder, bunu ifade etmese de. Kişisel merakım üzere ufak bir araştırmaya tabi etse de, mükemmel arama motorları doğru bilgiye elini hop diyerek attı.

İşte o kitaplar:

1. Swann'ların Tarafı
2. Çiçek Açmış Genç Kızların Gölgesinde
3. Guermantes Tarafı
4. Sodom ve Gomorra
5. Mahpus
6. Albertine Kayıp
7. Yakalanan Zaman

Proust’un bu yedi citlik dev serisi, modern dünya edebiyatının önemli eserlerini oluşturuyor. Filmde de önemli bir şeyler çağrıştırıyor olmalı ki, önem verilmiş. İlk kitaplı sahnede ise Jane elinde “Swann’ların Tarafı”nı tutuyor. Ama ne kitabın konusu ile, ne de sahne ile bir şey bağdaştırabildim. Anderson muhakkak, “zamanında ben de okudum” mentalitesinden yola çıkmıştır, yoksa yüksek sosyetede geçen bir aşk romanının Suda Yaşam ilene ilgisi olurdu? Ya da şu an en sığ sularda yüzen biziz. Bunu açıklığa kavuşturalım bir ara.

-

Eğer kara mizah seviyorsanız bana hatırlatın da kırmızı bir bere ve speedo yollayayım size.


5 serzeniş:

Sleepandbeer dedi ki...

Hemen edinip izlemeliyim hissi uyandı hemen buluyorum

operadaki fantom dedi ki...

daha iki gün önce izledim filmi, şimdi bu yazıya denk gelmek ise çok hoş oldu:)
muhtemelen biliyorsundur, bana tavsiye eden arkadaşa da söyledim, buraya da yazıyorum; bir darjeeling var wes'te wes'ten içeri. Owen Wilson'u bile takdir ediyor insan.

mtat dedi ki...

:) Yorumlar için teşekkür ederim. Wilson için "Burnu kırık" derken Darjeeling Limited'a atıfta bulunmuştum. Orada gerçekten daha iyiydi, haklısınız.

Sevda P. dedi ki...

Çok severim Wes Anderson'ı ve en sevdiğim filmi de The Life Aquatic Steve Zissou'dur. Jaguar köpekbalığı'ın bulduklarında o arkadan çalan müzikte ağlamıştım evet. Staralfur oraya ne de güzel oturmuştu. Film başarılı, kesinlikle. Yazı da pek iyi olmuş. Yazar hoşgelmiş cidden. (:

mtat dedi ki...

Köpek balığı sahnesi, balık kadar güzel ve duygu doluydu gerçekten! Sigur Ros'un mükemmel şarkısı dediğiniz gibi daha iyi oturamazdı.

çok teşekkür ederim, hoş bulduk!