Esasında her şey Truffaut’un sinema izleyicisi olarak
kendini ifade edebileceği bir dönemde Andre Bazin ile tanışması ile başlar. Andre
Bazin’in yardımlarıyla film eleştirmenliğine başlayan Truffaut sinemaya o kadar
gönül vermiştir ki bir röportajında Orson Welles’in ünlü yapımı Citizen Kane
için sarf ettiği cümle ünlü yönetmenin sinema sevgisine ışık tutar;
“Yurttaş Kane’i ilk izlediğimde, hayatımda hiç kimseyi bu filmi
sevdiğim gibi sevmediğimden emindim.”
Sinema eleştirmenliği ile yapımların daha yakınında olan
Truffaut finansal desteği de sağladıktan sonra zaman zaman kendi hikayelerini
zaman zaman da roman uyarlamalarını sinemaya aktarmaya çalışmıştır. 1959
yılında çekmiş olduğu ilk uzun metrajlı filmi Les Quatre Cents Coups da Fransız Yeni Dalga Akımının ilk ve en
önemli yapımı özelliğini taşır.
400 Darbe filmiyle başladığı Antoine Doniel karakteri
Truffaut’un alter egosunu oluşturur. Doniel’in filmlerde yaşadığı sıkıntılar
Truffaut’un geçmişinden kesitler sunar.
Aile içi geçimsizlik zorlu geçen çocukluğu ve sonrasında düzensiz ilişkilerin
yarattığı etkiler hepsi kişiliğinin evrilmesini sağlar. İlişkilerinde
sıkıntılar yaşayan Doniel, Truffaut’un uzak durduğu sosyal çevresine atıflar
içerir. Öyle ki Fransızca dışında bir
dil konuşamayan Truffaut Fahrenheit 451’in çekimleri için bulunduğu Londra’da
otelden sadece sete gitmek için ayrılmıştır.
Hayatın dramının da bir zevk verdiğine inan Truffaut bu
nedenle gerilim filmlerine çok önem verir. Amerikalı yönetmen Hitchcock’u
sevmesinin bir nedeni olarak da bunu gösterir. Kendisini ve filmlerindeki
karakterleri imkansız durumlara sokma, korkunç acıların eşiğine getirme
eğilimine sahip olduğunu belirtir. Sinemanın gerilimine tutulan Truffaut’un en
çok anlatmayı sevdiği konu ise aşk hikayeleridir. Jules et Jim ile başlayan aşk
odaklı filmler diğer yapımlarında da farklı boyutlarda kendini gösterir. Truffaut
için aşk tüm insanlığın ortak paydası ve insancıl bir özelliktir. Beyazperdede
erotizmden her zaman kaçınan Truffaut için seksi olan çıplaklık değil,
kıyafetlerdir. Aşk filmlerinde genel olarak bir birliktelikten ziyade aşkın
hissiyatına göndermeler yapmaktadır ve Truffaut sinemasında aşk konusunu
oluşturan öğeler; o adam, o kadın ve ötekidir. Usta yönetmen kendisine
yöneltilen aşk filmlerine ağırlık verdiği iddialarına da şu şekilde cevap
verir.
“Şöyle bir fikrim var;iki ayrı yönetmenden Kwai Köprüsü’nü yapmasını isterseniz, aynı filmi
çekeceklerdir. Ama Bried Encounter’ın konusunu önerdiğinizde, ikisi de
kesinlikle farklı filmler çekecektir. Aşktan bahsetmek daha büyük yetenek ister
ve insanı sırf bir hikaye anlatma çerçevesinin ötesine geçmeye zorlar.”
Öteki insanları anlatmayı seven Truffaut L’enfant Sauvage
filminde ormanda yetişmiş olan bir çocuğun sosyal topluma uyumunu beyazperdeye
aktarmaya çalışmıştır. Aynı şekilde Adele H. filmiyle de Victor Hugo’nun kızı
Adele’nin bir aşkın peşinden koşuşunu anlatarak toplum normlarının dışındaki
karakterlere yoğunlaşmıştır. Zira 400 Darbe filminde anlattığı yarı biyografik
hikayelerde bilindiği üzere kendisi de bir öteki insandır. Yalnızlığı da en çok
öteki insanlara yakıştırır. Karakterlerin sorunlarının üzerine tek başına
gitmeleri onların seyirci ile arasına bir şey girmesini engeller. Seyirci
karakterlerle bağdaşlık kurmaktadır. Erkek karakterlerini de korunmaya muhtaç
birer anti kahraman edasıyla yapımlarına taşır. 400 Darbe filminde Doniel
sonrasında da Fahrenheit 451 yapımında
Oskar Werner, Jules et Jim filmi ve L’enfant Sauvage. Zira özellikle aşk
mevzusunda erkeklerin hiçbirşey bilmediklerini dile getirirken kadın
karakterleri bu nedenle daha güçlü gösterdiğini belirtmiştir.
Truffaut filmlerinin başarısını seyircinin tepkisiyle
ölçmeyi doğru bulmaktadır zira filmleri halk için yapmıştır. Eğer bir komedi
filmi gerektiği kadar ilgi çekmiyorsa ve en basit haliyle halk sinemadan
keyifli ayrılmıyor ise onun için film başarısız olmuş demektir. Filmlerin konu
ve içerik itibariyle belirli görevleri vardır ve bu nedenle de içerik ve
anlatım karakterlerden daha önemlidir.Gerçek hayattan alıntılar ile film
yapmanın doğru olduğuna inanan Truffaut için Hitchcock gibi usta yönetmenlerin
sonunu getiren olay James Bond gibi hayali kahramanların yapımların önüne geçen
aksiyonlu anlatımlarıdır. Seyircinin ilgisinin bu yöne kayması ile gerçek
dünyadan hikayeler anlatmaya özen gösteren gerilim ve aşk ustası yönetmenler
daha geri plana itilmiştir.
Yönetmenlik kariyeri boyunca 21 tane uzun metrajlı film
çekmiş olan Truffaut için sinema varolduğu dünyadan soyutlanmak anlamına gelmiştir. Zira Truffaut
için film çekmek gerçekleri beyazperdeye aktararak gerçeklikten kaçışı temsil
eder.
Son olarak Truffaut’un kişisel beğenilerini göz önüne
alırsak;
En çok sevdiği
film; Citizen Kane (Orson Welles)
En çok sevdiği filmi; Les Quatre Cents Coups
Çektiğine pişman olduğu film; La Mariee etait en Noir
En çok sevdiği filmi; Les Quatre Cents Coups
Çektiğine pişman olduğu film; La Mariee etait en Noir
En çok sevdiği yönetmenler;
Jean Renoir ve Alfred Hitchcock
2 serzeniş:
Truffaut hemen hemen tüm filmlerini izlediğim yönetmenlerden biri. İnsalığa dair iyimser bir bakış buluyorum filmlerinde ve aslında yaşasaydı şu anda nasıl bir film çekerdi merak ediyorum. (Ya da Antoine Doinel'in yaşlılığı nasıl olurdu?)
Benim de en sevdiğim filmi 400 Darbe'dir. Tekrar tekrar izleyebilirim:)
Antoine Doinel'in yaşlılığı nasıl olurdu bilinmez ama Jean-Pierre Léaud'u hiç olmazsa Aki Kaurismaki filmlerinde görmek dahi sevindirici :)
Yorum Gönder