Guillerme del Toro'nun yıllardır hayalini kurduğu Frankenstein uyarlaması nihayet can buldu. Yönetmenin filmografisindeki en olgun filmi diyebileceğim bu filmde; klasik bir hikayeyi yeniden anlatmanın ötesine geçerek, hem radikal derecede kişisel, hem de görsel açıdan büyüleyici bir sinema deneyimi sunuyor. Daha önceki uyarlamalarından daha farklı, daha özgün ve en önemlisi daha güzel.
Film her ne kadar Mary Shelley'nin 1818 tatihli romanına bir anlamda sadık kalsa da, Del Toro'nun özgün dokunuşlarıyla 1850'lerin Viktorya dönemi atmosferinde yeniden şekilleniyor. Arktik'te geçen açılış bölümünde, ölümün eşiğindeki Victor Frankenstein (Oscar Isaac), onu takip eden yaratığın (Jacob Elordi) pençesinden kaçarken bir gemi mürettebatı tarafından kurtuluyor. Tabi yaratıktan kurtarmanın bedelini ağır ödüyorlar. Fakat Victor'u korumakta kararlı olan gemi kaptanı, Victor Frankenstein'ı kamarasına alıyor ve başlıyor Victor burada kendi trajik hikayesini anlatmaya. Çocukluğunda kaybettiği annesinin ölümünden sonra ölümü saplantı haline getirişini ve bu saplantının onu insan bedenini yeniden canlandırma fikrine itişinin hikayesini.
Okulda yaptığı bir sunum sırasında sergilediği çalışması ilgi görmese de onu ilginç bulan biri çıkıyor. Zengin bir silah tüccarı olan Harlander'ın (Christoph Waltz) desteğiyle çalışmalarına hız veren Viktor, savaş alanlarından topladığı ceset parçalarıyla bir 'insan' yaratıyor. Fakat yaratığın özgür iradesi ve kırılgan bilinci ortaya çıktığında, Victor'un 'Tanrı rolü' üzerindeki tüm hakimiyeti alt üst oluyor. Yaratık, varoluşunun anlamını aramak isterken dışlanıyor, istenmeyen ilan ediliyor. Ve bu noktadan sonra 'yaratıcı' ile 'yaratık' arasındaki çekişme başlıyor.
Bu çatışma bize 'gerçek canavar kim?' sorusunu sordurtuyor. Elordi'nin canlandırdığı yaratık, ilk anda bebek gibi meraklı, masum ve duyarlı. Bu bakımdan önceki uyarlamalarda bulunan yaratıkların çoğundan farklı bir 'yaratık' olarak karşımıza çıkıyor. Yarı dilsiz canavar klişesini, merakıyla kırıp okuyan, yazan, düşünen ve empati kuran bir varlığa dönüşüyor. Elordi'nin oyunculuğu, karakterin önce bebeksi saflıkla dünyayı keşfedişini, ardından toplumun ve yaratıcısının reddiyle yaşadığı kırılganlığı iyi yansıtıyor. Zihnimize kazının standart Frankenstein canavarını canlandıran Boris Karloff'tan bu yana yaratığın en insani, en sempatik temsili şu anki. (1994 yapımlı uyarlamasında bu canavarı Robert de Niro'nun da canlandırdığını not düşeyim.) Fakat toplumun ön yargıları ve Victor'un reddiyle bu sempatik canavar giderek canavara dönüşüyor, hatta canavar olmaya itiliyor ve mecbur bırakılıyor.
Bu yaklaşım filmin genel tonunu da etkiliyor. Frankenstein, korku öğeleri barındırmasına rağmen esas olarak bir trajedi olarak işleniyor. Del Toro, korkuyu değil hüznü, şiddeti değil merhameti merkeze alıyor. Yaratığın, 'yaşamak zorunda bırakılmış' olması, filmin en sarsıcı duygusal eksenini oluşturuyor. Filmde ara ara değinilmeye çalışılan baba-oğul metaforu da bu duygunun gölgesinde kalıyor. Victor Frankenstein kendi babasıyla yaşadığı travmatik ilişkinin izlerini, farkında olmadan kendi yarattığı varlığa taşıyor. Yaratık da tıpkı Victor'un çocukluğundaki gibi sadece sevgi bekliyor ama karşılığında bir terk edilmeyle yüzleşiyor.
Del Toro'nun görsel dünyası bu duygusal yapıyı destekleyen en önemli unsurlardan biri. Gotik mimari, Viktoryen dönem detayları filmin estetik kimliğini oluşturuyor. Setlerin büyük ölçüde fiziksel olarak inşa edilmiş olmaları, filme dijitalden uzak, somut ve ağır bir atmosfer kazandırıyor. Bununla birlikte bu estetik yoğunluk bir eksikliği de ortaya çıkarıyor. Çünkü görsel güzellik, korku ve gerilim hissini bastırıyor. Yani filmin sunumunun 'fazla güzel' olması, rahatsız ediciliğini sönümlüyor. Bu da korku ve gerilim beklentisinde olan izleyicileri boşa düşürüyor.
Filmin anlatısal yapısı üçe ayrılıyor. İlki, prelude dediğimiz, asıl anlatıya girmeden önce yer alan açılış sahnesini oluşturan gemi sahnesi. ikinci olarak Victor'un hikayesi ve son olarak da yaratığın hikayesi. Hikayedeki anlatımın güçlendiği kısım ise, perspektifin yaratığa devredildiği kısımla başlıyor. Yaratığın dünyayı keşfedişi, doğayla kurduğu ilişki, kör adamla yaşadığı dostluk ve okuma-yazmayı öğrenmesi, filmin en insani ve en dokunaklı kısımlarını oluşturuyor. Bu anlatısal tercih, seyircinin empatisini tamamen tersine çeviriyor. Artık merkezde Victor Frankenstein değil, yaratılan ve kendisinden ölüm nimeti alınmış, varoluşsal acılar taşıyan bir bilinç var.
Frankenstein'ın önceki uyarlamalardan farkı ve üstünlüğü tam da bu noktada ortaya çıkıyor. 1930 yapımı James Whale'in yönettiği Frankenstein (1930) filminde, hafızalara kazının canavar görselini canlandıran Boris Karkoff'un oyunculuğunda canavar, korku duygusunu etrafına saçıyordu. Kenneth Branagh'ın yönettiği ve Victor Frankenstein'ı da canlandırdığı 1994 yapımı Frankestein filminde ise, Robert de Niro'nun canlandırdığı yaratık öfke merkezliydi. Ancak Del Toro'nun bu filminde Jacob Elordi'nin canlandırdığı yaratık, masum bir bebeklikten, meraklı bir çocukluğa, oradan ihanete ve öfkeye kadar ilerleyen bütüncül süreçte, tüm duyguları yaşıyor ve izleyicide yaşatıyor.
Filmdeki göndermeler bu tematik derinliği daha da zenginleştiriyor. Mitolojik düzlemde Victor Frankenstein açıkça Prometheus figürüyle ilişkilendiriliyor. Tanrı'lardan ateşi çalan Prometheus gibi, Victor da bilgiyi ve yaratma kudretini çalıyor. yaratım-günah-ceza döngüsü film boyunca işleniyor. Dinsel göndermeler, özellikle Hristiyan anlatısı üzerinden kuruluyor. Yaratığın çarmıha gerilişi, 'yeni Adem' olarak konumlandırılması ve melek-şeytan ikiliği bu çerçevede okunabilir.
Toparlamam gerekirse, Guillermo del Toro'nun Frankenstein'ı, 'canavar nasıl yaratıldı?' sorusundan fazlasını soran, 'bir yaratılan/çocuk neden terk edilir?' sorunu da ekleyen bir film. Korkudan çok insani, dehşetten çok hüzünlü, bilimden çok etik ve duygusal bir yaklaşım sunuyor. Gerçek canavarın görüşünüşte değil, davranışta saklı olduğunu bize göstermesi açısından ders veriyor. Tüm bunlar düşünüldüğünde, bu film; hem yönetmenin sinemasında hem de modern uyarlamalar arasında en zarif ve en hüzünlü yaratık anlatılarından biri olarak öne çıkacaktır.




0 serzeniş:
Yorum Gönder