Cinsel saldırı sonrası yaşam sinemada çoğu zaman bir çöküş hikayesine ya da intikama indirgeniyor. A24 yapımı, Eva Victor'un yazıp yönettiği ve oynadığı Sorry,Baby'si bu ikilemin dışına çıkıyor. Film, saldırının ötesinde süren gündelik hayatın iniş çıkışlarını, mizahı ve sıradan anları görünür kılıyor. Bu yaklaşım, yalnızca bireysel bir iyileşme hikayesi sunmakla kalmıyor, aynı zamanda travmanın toplumsal boyutlarına dair güçlü bir yorum da içeriyor.
Filmin anlatısı kronolojik olmayan bölümler halinde ilerliyor. İlk bölüm 'The Year With the Baby'de, artık bir üniversitede İngiliz edebiyatı profesörü olan Agnes'in (Eva Victor) eski ev arkadaşı ve en yakın dostu Lydie (Naomi Ackie) ile yeniden buluşmasına tanık oluyoruz. Aralarındaki diyaloglar, beden dili ve rahatlıkları, yıllara yayılan dostluğun samimiyetini gösteriyor. Lydie'nin şehirde kurduğu aile hayatı ile Agnes'in akademik ve kişisel durağanlığı arasındaki kontast film boyunca tekrar eden bir alt tema.
Bu olay Agnes'in kimliğinin tek belirleyeni haline getirilmiyor. Agnes hala zeki, çekici, üretken. İğneleyici ama asla duyguyu ucuzlatmayan bu mizah, özellikle doktor umursamazlığında ya da üniversite yönetiminin ilgisizliği gibi ortamlarda ortaya çıkıyor. Ancak yaşananlar, kariyerinden özel hayatına kadar birçok alanda görünmez iz bırakıyor.
Filmdeki dostluk ilişkisi de bir sosyolojik eksen etrafında şekilleniyor. Ev arkadaşı Lydie'nin evlilik ve annelik yoluna girmesi, Agnes'in ise akademik ve kişisel olarak durağan kalması, modern yaşamın farklı 'başarı' tanımlarını karşı karşıya getiriyor. Burada film, toplumsal olarak kabul gören rotaların dışında kalmanın, travma sonrası hayatla kesiştiğinde nasıl çift katmanlı bir 'ötekilik' yaratabileceğini gösteriyor. Bununla birlikte Victor bu sahneleri karikatürize etmeden, gerçekliğe yakın bir tonda tutmaya çalışıyor. Yalnızca Agnes'in yüksek lisanstan sınıf arkadaşı ve akademiden meslektaşı Natasha (Kelly McCormack) karakteri, filmin genel doğal tonuna göre biraz uç bir karakter, daha fazla karikatürize duruyor.
Film genel itibariyle beklentimin altında kalmış olsa da bana biraz Aftersun tadı verdi. Konu bakımından farklı yollara sapıyor gibi görünse de, ikisi de travmayı merkeze almadan, onun gündelik hayatın kıvrımlarındaki izlerini arayan filmler ikisi de. Her iki yapımda da yaşanan 'kötü şey' doğrudan gösterilmez; hikaye, sessizliklerde, küçük jestlerde ve parçalanmış zaman örgüsünde yavaş yavaş şekilleniyor. Aftersun filminde baba-kızın tatlı anları alttaki hüznü redinleştirirken, Sorry,Baby'de Agnes ile Lydie'nin mizahi ve samimi bağı, acının ağırlığını hafifletiyor ama yok etmiyor.
Özetle film, travma hikayelerinin ahlaki otorite veya intikam amacı peşinde koşmadan, gündelik hayatın içindeki küçük dayanıklılık anılarını gösteriyor. Son sahnede Agnes'in Lydie'nin bebeğini kucağına alıp "büyüyünce başına kötü şeyler gelecek, umarım gelmez. Ama kötü şeylerin olmasını engelleyebilirsem bana haber ver. Ama bazen kötü şeyler olur. Bu yüzden senin için üzülüyorum." filmin özünü veren bir kapanış oluyor. Olmamasını temenni ediyoruz ama bazı şeyler ne yazık ki oluyor.
2 serzeniş:
film ve anlatımınız ilgimi çekti..en kısa zamanda izleyeceğim..:)
Yazı için teşekkürler. Ben de izledim filmi. Filmde en çok hoşuma giden noktalardan biri, ana karakterin tecavüze uğradığı sahnenin gösterilmemesiydi. Şiddeti doğrudan ekrana taşımak yerine izleyicinin hayal gücüne bırakılmış olması, yaşananların ne kadar korkunç olabileceğini sınır koymadan hissettirdi. Bu tercih, bence filmi daha güçlü kılmış.
Dışarıdan bakıldığında sıradan görünürken detaylarda aslında ne kadar etkilendiğini görmek etkileyiciydi. Hayatta çoğu zaman belki de sansasyon olması gereken travmalar sessizce yaşanıyor, dışarıya yansımıyor. Film bunu çok iyi göstermiş.
Kedisinin yaraladığı fareyi kitapla öldürdüğü sahne bence oldukça ironikti. Edebiyat hocası olan birinin, işinin merkezinde olan bir nesneyle bu “şiddeti” uygulaması kara mizahın en güçlü anlarından biriydi. Sanki içindeki korkuyu, öfkeyi o an böyle dışa vurdu. Ardından komşusuyla yakınlaşmak istemesi de yaşadığı şiddetin ardından bir tür rahatlama ihtiyacı gibi göründü.
Film bana “Bir Zamanlar Anadolu’da”yı hatırlattı. Hem kırsalda geçmesi hem de uzun sessizlikleriyle aynı durağanlığı hissettirdi. Bu sakinlik, bazı sahnelerde çok etkileyiciydi. Ancak Natasha karakteri üzerinden kıskançlık hikâyesi yaratılmaya çalışılması bana biraz yapay geldi. Adeta “kör göze parmak” bir deneme gibiydi ve absurd durmuş.
Genel olarak film, sansasyonel olayların her zaman büyük patlamalarla yaşanmadığını, bazen sessizlik içinde, gözden kaçan ayrıntılarda saklandığını hatırlatıyor. Bu yönüyle izleyiciye farklı bir deneyim sunuyor.
Yorum Gönder