Bir yapımın hayatı beyazperdeye yansıdığı süreden daha fazlasına tekabül eder.Sinema perdesinde varlığını sonlandıran yapım düşünce ve duygularımızda serüvenine devam eder.Hissiyat mevzusu bu noktada mühimdir zira duygu ve düşüncelerimize hitap edebilmiş her film diğer filmlere göre farklı konumlandırılır.Bu yapımlarda barındırılan semboller,anlatım teknikleri her sahne üzerine konuşabilmemizi ve farklı kapıları açmamıza vesile olur.Bağlandıkça filmlere onları anlayabilmek ve yönetmen gibi düşünebilmek adına kişisel çözümlemeler yaparız.Film kritikleri insanlara yapımlarla ilgili çeşitli gerekli-gereksiz bir çok bilgi verebilir.Fakat yönetmenler üzerinden film çözümlemeleri yapabilmek farklı bir uğraş ve emek gerektirir.Bu çözümlemeler yapımlardan önce yönetmenleri anlayabilmekten geçer.

Dış ülkelerde sinema üzerine yapılan edebi eserlerde sıklıkla gördüğümüz yönetmen ve film çözümlemeleri mevzusuna Küre Yayınları Türk Sinemasının son dönemde en önemli yönetmenlerini mercek altına alarak ortak oluyor.2010 Ocak ayında başladıkları "Yönetmen Sineması" serisine Semih Kaplanoğlu ve Ahmet Uluçay isimlerine odaklanarak devam ediyorlar.Sinema adına daha fazla esere ulaşmak için öncelikle açılan kapıları aralamak lazım.Bunun için de binbir uğraşla çıkarılan eserlere gereken ilgiyi göstermeliyiz.Seride varolan kitaplarla ilgili arka kapak yazıları aşağıdadır.


Derviş Zaim


1990’lardaki Yeni Türk Sinemasının önemli isimlerinden Derviş Zaim’in filmografisi, fantastik olanla gerçekçiliğin, yoksunlukla sınıfsal farklılığın, tarihsel olanla bugünün, geleneksel sanatla sinema dilinin, estetikle estetik olmayanın gerilimine ve bağlantısına dayanan görsel bir bütün sunar. Benzerlerine göre kendini biraz daha üstü kapalı bir şekilde temsil eden yönetmen, ikinci filminden itibaren dış dünyanın entrika ve “insan insanın kurdudur” anlayışından doğan kıyasıya mücadeleci gerçeğini benimser. Öte yandan üslûba dair farklı bir yönsemeye de girer ve ebru, minyatür, hat gibi sanatlarımızla sinema dili arasında organik bir bağ kurma çabalarına girişir. Bu çabalar, bize dair bir sinema dilinin kurucu çalışmaları manasında hakikaten önemlidir.
Derviş Zaim’le söyleşi:
“Yapmaya çalıştığım sinemada değer üretm
e çabası var


Nuri Bilge Ceylan

Türk sinemasında 1990’larda başlayan dönüşümle beraber ortaya çıkan yeni kuşak yönetmenlerden biri de Nuri Bilge Ceylan’dır. Asıl olarak fotoğraf sanatı birikiminden gelen Ceylan, özellikle siyah-beyaz fotoğraf estetiğini içselleştirerek geliştirmiş,sinemasında da bu estetiği oldukça fazla kullanmıştır. Görüntülerin bir kısmında fotografik değer sinemasal olana üstün dahi gelir. Bir estetik kaygının sonucudur bu; kimi zaman renklerle bile oynanır ve duygu dünyasının titreşimleri imgenin tabiatını da belirler. Tematik olarak ise, üçlemede (Kasaba, Mayıs Sıkıntısı, Uzak) mevcut izlenimci ve durumcu bakış, sonrasında bir müdahaleyle varoluşsal olanın bıçak sırtına dönüşür ve bir yerde bir muamma olan insan doğasının peşine düşer.


Zeki Demirkubuz


Yeni nesil Türk sinemacılarından Zeki Demirkubuz’un sinematografisi, kesif bir acı, hınç, mağlubiyet, daha az kesiflikte de kayıtsızlık, nihilizm ve arabesk-kitsch karışımı bir görünüm sunar. Yılmaz Güney-sonrası bir çizginin şekillendirdiği bu hissiyat, yönetmeni adeta pasif hırçın bir psikolojinin içine sürükler, felsefi manada kötü’nün dünyasının tasviri ve temsili adına gerçek hayatta bir varoluş oluşturmanın bununla yüzleşmeden geçtiğinin altını çizer.
Sinemada varoluşçuluğu öne alarak ama buna Dostoyevskiyen-Marksist bir renk vermeyi deneyerek dramatize etme
ye girişen yönetmen, kişi ve toplum diyalektiği veya uyuşumunda insanın başına gelen adeta değişmez kader gibi olayların toplumu şekillendirdiğini ve her katmanda sömürü etiğinin cari olduğunu savunur.

Zeki Demirkubuz’la söyleşi:
“Dostoyevski olmasaydı, edebiyat olmasaydı sinemacı olmazdım”



Semih Kaplanoğlu

Yeni Türk sineması’nın önde gelen isimlerinden Semih Kaplanoğlu, ilk filminden itibaren yuva ve aile arayışını anlattı. Yusuf Üçlemesi’yle ilk iki filmin karanlık havasından kurtulup daha şiirsel ve minimal bir sinemaya yönelen Kaplanoğlu, üçlemeyle sadece yeni Türk sinemasında önemli bir yer kazanmadı; bu topraklara özgü estetik bir dilin sinemaya nasıl yansıtılması gerektiğine dair ipuçlarını da gösterdi.

Kitaptaki yazılar, Kaplanoğlu’nun işlediği izlekler üzerinden farklı okumalar sunuyor.Felsefeden psikanalize, sosyolojiden estetiğe kadar çeşitli disiplinlerden hareketle Kaplanoğlu’
nun sinema serüvenini ele alan yazılar, yönetmenin sinemasına giriş niteliğini taşıdığı gibi söz konusu giriş için farklı bakış açıları sunmayı amaçlıyor.



Ahmet Uluçay

Ahmet Uluçay, kısıtlı imkânlarla “nasıl film çekerim” sorusuna cevap ararken sinemayı yeniden keşfetti. Yönetmenin bu gayreti sadece mevcut sinemanın tekrarı anlamına gelmiyordu. Tam tersine, yaşadığı toprakların masal ve efsane diliyle sinemayı yeniden kuran yönetmen, bir filmin nasıl bir dile sahip olması gerektiğine dair teorik meselelere de sahici ve somut açıklamalar getirdi.

Kitap, Uluçay’ın tek uzun metrajlı filmiyle birlikte kısa filmlerini de farklı perspektiflerden değerlendiren yazılardan oluşuyor. Aynı zamanda, sanatın metaforik dilini kullanarak, estetik olandan hiç taviz vermeden, imkânsızlıklar içinde film çekmeye çalışan yönetmenin sinemanın çeperini nasıl genişlettiğini gösteriyor. "Yerli sinema" kavramının da irdelendiği kitapta, Uluçay’la ilgili kişisel tanıklıklar da yer buluyor.

1 serzeniş:

Elma Lekesi dedi ki...

alırım, okurum.