Virgin Suicides'ı izlerken bir hüzün kaplamalı insanın içini. Filmi izleyen veya kitabı okuyan varsa aynı hüzünle ve acıyla dayanır kapıya muhakkak. Halbuki bizi içine alan bir konusu da yoktur: çok ilgili değilseniz ne 70’lerdeki liberal akım, ne katolik ailelerinin katılığı ne de yine o dönemin gençlerinin düşünceleri ile ilgilenirsiniz. Önce 70’lerde ne vardı diye sorgularız, belki birkaç küçük beyin fırtınasıyla uzaktan ilgilenmeye başlarız. Bir bakıma başta burun kıvırdığımız ve ya “banane”lediğimiz o zamanlar ironinin ailelere nasıl yansıdığının bir aynasıdır. Konu ilginçleşir elbette. Amerikan Rüyası’nın yaşanacağı, o özgürlük dolu ülkenin muntazaman nasıl katı ailelere ve din baskısının nüfuz ettiğini görürsünüz. Etraf yeşilliktir, çiçekler açmıştır ama içerde istavroz dolu günahlar işlenmektedir.
Bu kısmından sonra bol bol “bozucu” olacak.
Virgin Suicides tam tarih vermese de ortalama bu döneme işaret eder. 5 kız kardeşinin ölümünün ardındaki sır perdesini kaldırmak istenir ve burjuva aileleri de içine alan geniş bir alana yayılır sorun. İçine televiyon haberlerini de alarak “intahar yılı” ilan edilir ve Lizbon ailesi sürekli olarak rahatsız edilir. Muhtemel gerçekliği bu olayda, 13-14-15-16-17 yaşlarındaki Lizbon kızlarından 13 olanının ölümüyle başlar. O ölmeden önceki teşebbüsünün dikkat çekme olduğuna karar verildiğinde yeniden ölümün eşiğinde bulur kendini. Elinde Meryem Ana’nın kartı bu ölümde büyük bir rol oynar aslında. Doktorun neden kendini öldürmek istedin dediğinde, 13’ün “Doktor, siz hiç 13 yaşında bir kız olmamışsınız” sözü ile düşündürür film.
Karaağaçların sararan yapraklarının ardından kesilme kararı hızla yayılır banliyö evlerinin bahçelerinde. Kırmızı kağıtlar üzerine kesilme emri vardır ve sırayla kesilmektedir. Aslında sararan kızların güzelliği ve iç dünyalarının kararmasıdır belki de. Hikaye karşı evde oturan bir grup erkek çoğu tarafından sürdürülür. Onların dünyalarına, renklerine, düşüncelerine girmek isteyen ve onları anlamak isteyen ergenlik çağında dört erkek çocuğu. Aslında birinin konuşmaları ile onları algılamaya çalışırız fakat, Lizbon kızları hep karışık, hep güzel ama gariptir.
Gittikleri lisede dikkat çektikleri ve flört ettikleri zaman ise önce aile gözetimi, sonra da bir başı boşluklukla ilk deneyimler yaşanır. Belki dudakların teması ile bütünleşen vücutlar, belki daha da korkunç bir genç kızdaki karadelik belirir filmde. Solan kızların, özellikle 17 yaşında Kristen Dunst tarafından icra edilen o genç kız hep gözünüze sokulur yönetmen tarafından. Garip tutumları, masum ve ya vahşilik arasında gidip gelen bakışları ile.
Ardından gelen korkunç ayrılık ve aile baskısı kızları yaşamdan tek tek koparır. Baba figürünün gittikçe zayıfladığını ve akli dengesizlikler yaşarken, anne figürü sertleştikçe ddaha da zorba tutumlara götürür. Psikolojikman çöküntünün toplu olarak yaşandığı evde tek yaşam belirtisini belki çiçekler verir. Plaklar yakılır, dışarı yasaklanır ve kızlar artık okul yüzü göremez.
Ardından gelen toplu inteharları ise ardında bırakan insanların sürekli olarak konuşmasına, anlam karmaşasına ve elitist yaklaşımlarında son bulur. Kızlar ölür, aile taşınır, ardında kalanlarda derin pişmanlıklar bırakır ve gerisi… tabii ki unutur.
-
Sofia Coppola, meşhur Lost in Translation filminden tanıdığımız ve şaşkınlığa yenik düştüysem de bir dönem Spike Jones ile evli yönetmen. Lost in Translation kadar ses getirmediyse de Virgin Suicides bir grup insan için oldukça başarılı ve en yakın gözlemleri yansıttığı düşünülürken, filmin durağanlığı ve sıkıcılığından yakınan bir grup insan tarafından da çevirili. Hani derler ya, ya çok seversiniz ya da nefret edersiniz: bu o air melankoliyi içinize çekmeden izlenecek türden bir film olamaz sanırım.
Film, öte yandan başarılı soundtrackleri ile de tanınıyor, ki bu başarı muazzam Fransız grup Air’a aittir. Belki hatırlanır ki, Sofia Coppola Air’ın Playground Love videosunun yönetmenidir de. Dikkat çekici olması, sahnelerdeki melodileri ile hatırlanacaktır izleyiciler için.
Son olarak aslında The Virgin Suicides, Jeffrey Eugenides isimli Amerikalı bir adamın romanıdır ki, romandan bazı diyaloglar zaten bire bire alınsa da değiştirildiği düşünülen pek çok sahne de mevcuttur. Bize ağır veya anlaşılmaz gelen tarih bilgisi veya nedenselliğini de öne çıkarabileceğini düşündüğüm bu kitabın Solmaz Kamuran çevirisi ve Bakir İntiharlar ismi ile de ülkemizde de mevcut.