Virgin Suicides'ı izlerken bir hüzün kaplamalı insanın içini. Filmi izleyen veya kitabı okuyan varsa aynı hüzünle ve acıyla dayanır kapıya muhakkak. Halbuki bizi içine alan bir konusu da yoktur: çok ilgili değilseniz ne 70’lerdeki liberal akım, ne katolik ailelerinin katılığı ne de yine o dönemin gençlerinin düşünceleri ile ilgilenirsiniz. Önce 70’lerde ne vardı diye sorgularız, belki birkaç küçük beyin fırtınasıyla uzaktan ilgilenmeye başlarız. Bir bakıma başta burun kıvırdığımız ve ya “banane”lediğimiz o zamanlar ironinin ailelere nasıl yansıdığının bir aynasıdır. Konu ilginçleşir elbette. Amerikan Rüyası’nın yaşanacağı, o özgürlük dolu ülkenin muntazaman nasıl katı ailelere ve din baskısının nüfuz ettiğini görürsünüz. Etraf yeşilliktir, çiçekler açmıştır ama içerde istavroz dolu günahlar işlenmektedir.

Bu kısmından sonra bol bol “bozucu” olacak.

Virgin Suicides tam tarih vermese de ortalama bu döneme işaret eder. 5 kız kardeşinin ölümünün ardındaki sır perdesini kaldırmak istenir ve burjuva aileleri de içine alan geniş bir alana yayılır sorun. İçine televiyon haberlerini de alarak “intahar yılı” ilan edilir ve Lizbon ailesi sürekli olarak rahatsız edilir. Muhtemel gerçekliği bu olayda, 13-14-15-16-17 yaşlarındaki Lizbon kızlarından 13 olanının ölümüyle başlar. O ölmeden önceki teşebbüsünün dikkat çekme olduğuna karar verildiğinde yeniden ölümün eşiğinde bulur kendini. Elinde Meryem Ana’nın kartı bu ölümde büyük bir rol oynar aslında. Doktorun neden kendini öldürmek istedin dediğinde, 13’ün “Doktor, siz hiç 13 yaşında bir kız olmamışsınız” sözü ile düşündürür film.

Karaağaçların sararan yapraklarının ardından kesilme kararı hızla yayılır banliyö evlerinin bahçelerinde. Kırmızı kağıtlar üzerine kesilme emri vardır ve sırayla kesilmektedir. Aslında sararan kızların güzelliği ve iç dünyalarının kararmasıdır belki de. Hikaye karşı evde oturan bir grup erkek çoğu tarafından sürdürülür. Onların dünyalarına, renklerine, düşüncelerine girmek isteyen ve onları anlamak isteyen ergenlik çağında dört erkek çocuğu. Aslında birinin konuşmaları ile onları algılamaya çalışırız fakat, Lizbon kızları hep karışık, hep güzel ama gariptir.

Gittikleri lisede dikkat çektikleri ve flört ettikleri zaman ise önce aile gözetimi, sonra da bir başı boşluklukla ilk deneyimler yaşanır. Belki dudakların teması ile bütünleşen vücutlar, belki daha da korkunç bir genç kızdaki karadelik belirir filmde. Solan kızların, özellikle 17 yaşında Kristen Dunst tarafından icra edilen o genç kız hep gözünüze sokulur yönetmen tarafından. Garip tutumları, masum ve ya vahşilik arasında gidip gelen bakışları ile.

Ardından gelen korkunç ayrılık ve aile baskısı kızları yaşamdan tek tek koparır. Baba figürünün gittikçe zayıfladığını ve akli dengesizlikler yaşarken, anne figürü sertleştikçe ddaha da zorba tutumlara götürür. Psikolojikman çöküntünün toplu olarak yaşandığı evde tek yaşam belirtisini belki çiçekler verir. Plaklar yakılır, dışarı yasaklanır ve kızlar artık okul yüzü göremez.
Ardından gelen toplu inteharları ise ardında bırakan insanların sürekli olarak konuşmasına, anlam karmaşasına ve elitist yaklaşımlarında son bulur. Kızlar ölür, aile taşınır, ardında kalanlarda derin pişmanlıklar bırakır ve gerisi… tabii ki unutur.
-
Sofia Coppola, meşhur Lost in Translation filminden tanıdığımız ve şaşkınlığa yenik düştüysem de bir dönem Spike Jones ile evli yönetmen. Lost in Translation kadar ses getirmediyse de Virgin Suicides bir grup insan için oldukça başarılı ve en yakın gözlemleri yansıttığı düşünülürken, filmin durağanlığı ve sıkıcılığından yakınan bir grup insan tarafından da çevirili. Hani derler ya, ya çok seversiniz ya da nefret edersiniz: bu o air melankoliyi içinize çekmeden izlenecek türden bir film olamaz sanırım.

Film, öte yandan başarılı soundtrackleri ile de tanınıyor, ki bu başarı muazzam Fransız grup Air’a aittir. Belki hatırlanır ki, Sofia Coppola Air’ın Playground Love videosunun yönetmenidir de. Dikkat çekici olması, sahnelerdeki melodileri ile hatırlanacaktır izleyiciler için.

Son olarak aslında The Virgin Suicides, Jeffrey Eugenides isimli Amerikalı bir adamın romanıdır ki, romandan bazı diyaloglar zaten bire bire alınsa da değiştirildiği düşünülen pek çok sahne de mevcuttur. Bize ağır veya anlaşılmaz gelen tarih bilgisi veya nedenselliğini de öne çıkarabileceğini düşündüğüm bu kitabın Solmaz Kamuran çevirisi ve Bakir İntiharlar ismi ile de ülkemizde de mevcut.



Dünyanın en önemli bağımsız filmler festivallerinden biri olan Sundance Film Festivali’ni düzenleyen kurum Sundance Institute ile !f İstanbul AFM Uluslararası Bağımsız Filmler Festivali, 2011 yılında önemli bir işbirliğine imza atıyor.

ABD Başkanı Barack Obama’nın inisiyatifinde başlatılan ve dünya çapında kültürler arası diyaloğun geliştirilmesini hedefleyen Film Forward adlı programda ortak olmak üzere seçilen 10 şehirden biri İstanbul, işbirliği yapılacak festival ise !f İstanbul oldu.

Program kapsamında Sundance tarafından dünyanın farklı ülkelerinden 10 tane film seçildi. Bu filmler hem bu 10 şehirde gösterilecek, hem de yönetmenleri ve Sundance Film Festivali ekibi o sehirlerde tartışma ve söyleşilere katılacak. Program, 2010 yılının Aralık ayında New York’ta başlayacak ve 2011 yılının Eylül ayında Washington D.C.’de yapılacak toplu film gösterimi ile son bulacak.

ABD’deki gösterimlerden sonra programın ilk uluslararası ayağı Amerikan Büyükelçiliği’nin desteği ve işbirliğiyle, 17-27 Şubat tarihlerinde İstanbul’da, 10. !f Istanbul festivali sırasında gerçekleştirilecek.

1981 yılında Robert Redford tarafından kurulan Sundance Institute ile 2011 yılında 10. yaşını kutlayacak olan Türkiye’nin tek bağımsız filmler festivali !f İstanbul, bu işbirliği sayesinde Türkiye’li sinema tutkunları ile bağımsız hikaye tekniklerini farklı bakış açıları ile destekleyen önemli yönetmenleri bir araya getirerek sinema üzerinden kültürel bir köprü kurmayı umuyor.




Sinema dalında böylesine önemli ödülleri geride bıraktıkça zamanın geçiş hızı daha bir belirginleşiyor ve blog arşivine baktığımda geçen sene yaptığımız mini yarışmanın üzerinden çok geçmemiş gibi geliyor.Altın Küre ödüllerinde yarışacak adaylar da geçtiğimiz gün açıklandı.Açıkcası kendi adıma Hollywood sinemasına uzak kaldığım bir yıl oldu.Festivallere katılan ve büyük prodüksiyonlu yapımlar dışında Hollywood işi filmler izlemedim desem doğru olur.Bu nedenle ödül için seçilen adaylar hakkında fazla bilgiye sahip değilim.

Drama dalındaki filmlere göz atacak olursak,malum Inception ve The Social Network geride bırakacağımız yılın en fazla beklenen yapımlarıydı.Inception izlenilirliği yüksek olsa da bir yerden sonra baydığını düşündüğüm sonuyla da klişe olarak nitelendirilebilicek bir yapımdı.The Social Network ise Facebook'un isminin geçtiği her yerde bir heyecan dalgası yaratıldığı için daha fazla kişiye hitap ediyordu.Aslında ortaya çıkan sonuç ortalama seyirlik bir film idi.Lakin artık sinema dilinde klişe sayılabilicek üzere filmin yönetmenliğine David Fincher'ı getiriyorsanız insanlarda özel bir beklentiye yol açarsınız.Beklentilerin yüksek olması yapım açısından ters tepti.Diğer yandan bir başka deha Darren Aronofsky'nin Black Swan filmini henüz izleyemedim ve The King's Speech ise festivallerden aldığı olumlu not ve ödüllerle adından fazlasıyla söz ettirdi.Ödüllere de zaten The King's Speech 7 adaylıkla damga vurmuş durumda.Beklentilerin aksine süpriz çıkacağını ve Inception'ın ödül alamıyacağını düşünüyorum.


Sinema ve diziler söz konusu olduğunda sahip olduğum bilgiler genel anlamda drama dalında olduğu için Komedi ve Müzikal dalında yarışacak adaylarla ilgili fazla bilgi veremiyeceğim.Tv serilerinde yarışacak olan adaylara baktığımızda belirli adayların gene ödülü almaya yakın olduklarını görüyoruz.Mad Men geçtiğimiz senelerde drama dalında ödülleri kimseye bırakmamıştı.Bazı sinemaseverler yapımların üstüste kazandığı ödüllere aşırı tepki veriyor.Örneğin Mad Men sevildiği kadar nefret edilen bir yapımdır.Lakin bu onun efsane bir dizi olduğu gerçeğini değiştirmeyecektir.Ben Mad Men'in aldığı ödülleri sonuna kadar hakettiğini düşünenlerdenim zira Psikolojik Drama yapmak kurgunun çeşitli oyunlar oynadığı yapımlardan çok daha zordur.Mad Men yer yer sıkıcıdır ve izleyiciyi bunlatır lakin Draper'ın ruh halini anlayabilmek için bunun olağan olduğunu düşünüyorum o nedenle günümüz dizileri içinde Mad Men farklı bir yere sahiptir.İyi kurgulanmış diziler her zaman çıkar lakin Mad Men,Sopranos gibi diziler daha nadir ve daha değerlidir.Diğer adaylar arasında The Walking Dead ile Boardwalk Empire Mad Men'in saltanatını kırmaya en yakın adaylar olarak göze çarpıyor.Drama dalı ile ilgili tek temennim Steve Buscemi'nin En İyi Performans ödülünü almasıdır.

Belli başlı adaylıkların listesi hemen aşağıda.Eğer daha fazla bilgi almak isterseniz sizi Golden Globe'un resmi sitesine alalım.

Best Picture / Dram Dalında En İyi Film (Drama)
Black Swan
The Fighter
Inception
The King's Speech
The Social Network

Best Picture / Müzikalyada Komedi Dalında En İyi Film (Musical or Comedy)
Alice in Wonderland
Burlesque
The Kids Are All Right
Red
The Tourist

Best Director / En İyi Yönetmen
Darren Aronofsky (Black Swan)
David Fincher (The Social Network)
Tom Hooper (The King's Speech)
Christopher Nolan (Inception)
David O. Russell (The Fighter)

Best Screenplay / En İyi Senaryo
Danny Boyle, Simon Beaufoy (127 Hours)
Lisa Cholodenko, Stuart Blumberg (The Kids Are All Right)
Christopher Nolan (Inception)
David Seidler (The King's Speech)
Aaron Sorkin (The Social Network)

Best Animated Film / En İyi Animasyon
Despicable Me
How to Train Your Dragon
The Illusionist
Tangled
Toy Story 3

Best Foreign Film / En İyi Yabancı Film
Biutiful (Spain)
The Concert (France)
The Edge (Russia)
I Am Love (Italy)
In a Better World (Denmark)

Best TV Series, Drama / Drama Dalında En İyi TV Dizisi
Boardwalk Empire
Dexter
The Good Wife
Mad Men
The Walking Dead

Best TV Series, Comedy / Komedi Dalında En İyi TV Dizisi
30 Rock
The Big Bang Theory
The Big C
Glee
Modern Family
Nurse Jackie

Best Mini-Series or TV Movie / En İyi Mini-Dizi veya TV Filmi
Carlos
The Pacific
Pillars of the Earth
Temple Grandin
You Don't Know Jack

The Sopranos’un MadMen’den sonra ikinci çocuğu da doğdu; Boardwalk Empire.




Son yıllarda Amerikan dizi piyasasında zirvede tek başına oturan MadMen’ e bu sene rakip geliyor gibi. “gibi” diyorum, çünkü ilk sezonu henüz yeni tamamlandı, ama çekilen 12 bölümü göz önünde bulundurursak bu gerçekleşecek gibi.

Fazla geç olmadan siz de izlemeye başlayın derim ben.

Aşağıda okuyacaklarınız biraz sinema, biraz televizyon, biraz da haftalık olaylarla ilgilidir.

  • Johnny Depp hayranlarına müjde: The Tourist vizyonda. Filmin arka planında venedik var. Ön planında biraz Johnny biraz da Angelina var. 'Frank bir gün yolda giderken Elise ile karşılaşır. Bu noktadan sonra olaylar gelişir...' Güzel olur bu tarz filmler. Bir yerde turist olan kişi için bilgi kaynağı olur ki en sevdiğim özelliği de budur. Bir şehre gitmeden önce filmine bakarsınız. Daha da büyülenir, gidince daha daha büyülenirsiniz. Misal Before Sunrise-Before Sunset'in hatrına Viyana daha güzel olur sizin için, her ne kadar o kadar da güzel yer olmamasına rağmen:)
  • Narnia Günlükleri'nin 3. bölümü bugün girmiş sinemalara. İlk film, küçük veletin koca prensesten Turkish Delight istemesiyle beni tav etmişti film. Gerçek şu ki, çok da tav olunacak bir film değildi. Görsel efektlerin bayağılığı, izleyicinin sahnenin kurmaca olduğunu direk anlaması filmin en kötü yanlarıydı. Büyülemiyordu en basitiyle. Yeni film nasıldır sanırım bunu bilemeyeceğim. İzlemem yok bu filmi. Beni ilk filmleriyle kaybettiler. Asıl mesele Yüzüklerin Efendisi. Adamlar çok da örneğin olmadığı bu fantastik sinemada çıtayı öyle bir noktaya koydular ki başka bir filmin o noktayı çıkması çok ama çok zor.
  • Prensesin Uykusu Çağan Irmak'ın en son filmi ve en iyi filmi. Çağan Irmak filminin reklamını yapmamız için bizi galaya davet etmişti. Çıkışta elimize rüşvet babında bir de günlük tutturmuştu. Görünen o ki işimizi iyi yapamamış. İşimiz neydi bizim: Kulaktan kulağa filmin reklamını yapmak. Bu Çağan Irmak'ın kullandığı bir yöntem haline geldi. Babam ve Oğlum'da olsun Issız Adam'da olsun ilk haftasında 30bin dolaylarında kişiyi sinemaya çekmişlerdi, son gişe rakamlarıysa milyonlarla ifade ediliyordu. Ancak bu yöntem Prensesin Uykusunda tutmadı. Sebep olarak bu sefer güldürmesini gösterebiliriz. İnsanlar Çağan Irmak'tan güldürmesini beklemiyor demekki. Bu işi zaten Cem, Şahan, Ata yapıyor, Çağan da bizi ağlatsın istiyor seyirci. Ne zaman ağlatırsa bizi, bu adamın gişe başarısı iyi oluyor zira.
  • Av Mevsimi: Şener Şen'in oynadığı veya Yavuz Turgul'un yönettiği film olarak değil; Cem Yılmaz'ın oynadığı film olarak hatırlanacaktır. Şener Şen çok pasif oyunculuk sergilerken Yavuz Turgul'un da en iyi filmi değil. En iyisi Cem Yılmaz olan bir filmdir. Bu da filmi iyi yapıyor tek başına.
  • Yeni taşımız hayırlı olsun gençler: Molotof Kokteyli. Geçen yıl iett otobüsüne molotof kokteyli atarak içindeki bir genç kızın ölmesine sebep olan genç, taş atan çocuklar yasasından yararlanarak ceza almaktan kurtulmuş. Yine Ogün Samast efendi de bu yasadan yararlanıyormuş galiba. Zaten olayı 18 yaşından önce işlediği için en fazla 3 yılla cezalandırılacakmış. Galiba bu noktada Samast için en iyi ceza bu olayın zaman aşımından düşmesidir. Böylece 30 yıl tutuklu kalabilir. En temizi!
  • İngiliz Öğrencilerin polisle çatışmasına, protestolarına anlam veremiyordum. Piç herifler daha neyiniz eksik diyordum. Ta ki 9 bin sterlini duyana kadar. Nedir bu 9bin sterlin? Üniversite harç paralarının yeni fiyatı. Yani üniversitede okumak istiyorsan, 9bin sterlini vereceksin. Yuh ki ne yuh! 9bin sterlin nere, 260 lira nere...
  • Öncelikle belirteyim: Kesinlikle polis şiddetini mazur görmüyorum. Ama şunları da görmek lazım: Ordaki öğrenci profilinin halihazırda devletle çatışmayı hayat tarzı haline getirmiş insanlar olduğu açıktır. Yaşam alanları devletle çatışmaktır. Her ne kadar çıkıp yaygara yapsalar da devleti ortadan kaldırmadıkları sürece çatışmaya devam edeceklerdir. Bu sefer yanlarına önemli medya kuruluşlarını da almışlar. Kardeş havasına büründüler. Bunun çok ironik olduğu kanaatindeyim. O medya kuruluşları düzenin sömürücülerinin sahip olduğu medya kuruluşları. Bu yaşanan olaylar o medya kuruluşları için daha çok sattıracak gündemden başka bir şey değildir. 1-2 hafta sonra yeni bir daha çok sattıracak gündem malzemesi çıkacak bu olaylar da çözülmeden sonuçlanacaktır. Ekranlar 1-2 hafta profesörler doçentler fikirlerini çarpıştıracak. Olay bir nokta da yeni gündemle şak diye kesilecek. Hocalarımız bu sefer yeni gündemle ilgili konuşmaya başlayacak...
  • Bir de ironik olan diğer bir konu var: Üniversitede çatışan öğrenci profilindeki öğrencilerin yüzde 1-2 kayıpla sisteme kaydolması. İşin içine para girince her şey değişiyor. Paranın satın alamayacağı şey cidden yok!
  • Televizyona çıkıp iyi aile çocuğu numarası yapanlara çok pis uyuz oluyorum. Özellikle Beyaz ve Acun'a. Acun'un foyası ortaya çıktı. Beyaz'dan da bir pislik bekliyorum.

"Herkes 1 dakikalığına da olsa bir gün yönetmen olacak"

'60 saniyelik' film çekecek yeni yönetmenler aranıyor!

Dünyanın en çok satan İrlanda Viskisi Jameson’ın Empire ortaklığıyla gerçekleştirdiği “60 Saniye Yarışması”, 2011 versiyonu ile geri dönüyor... Hem de ne geri dönüş!

Geçen sene kazanan '60 saniyelik' filmler 'Amelie' ve 'Matriks'in yaratıcıları Londra'da gerçekleşen Jameson Empire Awards Ödül Töreni'ne katılıp, dünyaca ünlü yönetmenlerle aynı masada oturdu. Bu sene de sıra sende!

Dünyaca ünlü yönetmenlerle Londra’da buluşma şansını yakalamak için tek yapman gereken, bilinen bir film seçip, bu filmi 60 saniyede yeniden çekmek. Espri yeteneğine, yaratıcılığına, oyuncularına ve senaryona güveniyorsan, bu senenin başyapıtı neden seninki olmasın?

Detayları www.hayatafarklibakanlar.com adresinde yazan yarışmaya katıl, 'paranın satın alamayacağı' ödülü kucaklamaya hazırlan.

25 Mart'ta Londra'da gerçekleşecek olan Jameson Empire Awards'ta filmle yer alma şansını yakalamak için izlenecek yol işte bu kadar basit:

- Dünyaca ünlü sevdiğin bir filmi seç.

- Filmi 60 saniyeye sığacak şekilde yeniden uyarla.

- Filmde oynayacak arkadaşlarının rızasını al.

- Filmini istediğin formatta çek.

- İstersen bilgisayar efektleriyle işi zenginleştir.

- Filmini yaparken 30 saniyeden uzun hiç bir telif haklı müzik kullanma.

- Bütün işler bittikten sonra başına 60 Saniye logosunu ekle.

- Filmi ingilizce hazırlamadıysan uygun bir altyazı yerleştir.

- www.hayatafarklibakanlar.com adresindeki başvuru formunu doldur ve filmini yükle!


Son Başvuru Tarihi: 14 Şubat 2011

Şimdi siz şu fotoğraflara bakıp da sanmayın ki ifistanbul ekibi paso eğleniyor, hasretimize son vermiyor. Ama bu giriş cümlemi okuyup da yine sanmayın ki bu adamlar hiç eğlenmiyor. ve bir de..



Siz seçin, hep birlikte izleyelim

!f İstanbul AFM Uluslararası Bağımsız Filmler Festivali'nin ilk gösteriminden bu yana 10 yıl geçti. Bu vesile ile Retrospekt!f adlı bölümümüzde, önceki yıllarda gösterdiğimiz ve kalbimizde yer eden 41 film arasından sizlerin oyları ile belirlenecek 5 filmi hep birlikte izleyeceğiz. Böylece Türkiye'de ilk defa bir film festivali izleyenlerinin seçtikleri filmleri gösterecek. Anketin son günü 3 Aralık 2010 Cuma, yani bugün. Sevdiğiniz filmleri bir kere daha izlemek için buradan oylamaya mutlaka katılın!
Ne kadar gerçek o kadar kurgu
Gerçek hayat hikayesi mi, drama mı? Belgesel mi, kurmaca mı? Bütün belgesellerde kurgu olduğu gibi bütün filmler çekildikleri zamanı yansıtan birer belgesel niteliğinde değil midir? Bizim zaten hiçbir zaman ısınamadığımız bu kategorik ayrımlar artık yavaş yavaş sinema dilinden de silinmeye başlıyor. İzlediklerimiz ne kadar otantik, ne kadar hileli artık bilmemize imkan yok ve aslında buna gerek de yok. Tam da böyle kafa karıştıracak filmlerden biri Casey Affleck'in yönettiği ve Joaquin Phoenix'in aktörlük kariyerini bırakıp rap yıldızı olmaya çalışmasını anlatan filmi I'm Still Here. Gerçek olan ve film icabı olayların birbirine girdiği filmlere ayrılan bu özel bölümü kaçırmayın!
!f2 : İstanbul'dan Canlı şehrinize gelebilir
Geçtiğimiz sene dünyada ilk defa gerçekleştirilen !f2 sayesinde Türkiye'den ve dünyadan 12 şanslı şehir festivalin en gözde 5 filmini İstanbul ile eşzamanlı izleme fırsatını yakalamıştı. Bu sene işi büyütüyor ve şehir sayısını arttırıyoruz. Adana ve Mardin de bu sene !f2 'ye katılıyor. Türkçe altyazı, yüksek ses ve görüntü kalitesi ile sizlere dijital olarak ulaştırılacak filmleri kendi şehrinizde görmek istiyorsanız bizimle iletişime geçin.
Keş!f Türkiyeli adayını bekliyor
Programımızı kapatmadık hala. En ilham veren filmin ödül aldığı uluslararası Keş!f yarışmamızın Türkiyeli adaylarını aramaya devam ediyoruz. Bu yıl ilk ya da ikinci uzun metrajınızı çektiyseniz, izlemeyi çok isteriz.

Henkel Art Award 2010 Ödülü’nü Polonyalı Maksymilian Cieslak kazandı.

Henkel Orta ve Doğu Avrupa'nın (Henkel CEE) dokuz yıldır aralıksız gerçekleştirdiği ve 7.000 euro ödüllü Henkel Art Award sanat yarışmasını bu yıl Polonyalı Sanatçı Maksymilian Cieslak kazandı. Avusturya Genç Sanatçı Ödülü'nü ise Susanna Flock alırken, Hırvatistanlı Sanatçı Nina Kurtela da CEE Genç Sanatçı Ödülü'ne layık görüldü. İki sanatçı, Stiftung Ludwig Viyana Modern Sanat Müzesi'nde takdim edilen bu prestijli ödülün yanı sıra, 2.000 euro’luk ikramiyenin de sahibi oldu.


Henkel CEE Başkanı Günter Thumser, Henkel'in bu yarışma ve ödülle Orta ve Doğu Avrupa bölgesinin Avrupa'ya entegrasyonu ve kültürel yakınlaşmanın gerçekleşmesine katkıda bulunmayı amaçladığını söylerken ve şunları ekledi: Bu ödül böylesine prestijli bir konuma geldiği için mutluyuz ve bundan da çok gurur duyuyoruz. Dokuz yıl önce yarışmamıza 180 çalışma ile katılım gerçekleşmişken bugün bu sayı 1.000 rakamının üzerine çıkmış durumda.


1.060 eser katıldı, ödülü Polonyalı sanatçı aldı...

Henkel Art Award uluslararası sanat yarışmasında bu yıl, rekor düzeyde bir katılım ile 1.060 birbirinden değerli eser genç sanatçılar tarafından jürinin değerlendirmesine sunuldu. Uzmanlardan oluşan jüri, finale kalan beş sanatçı arasından Tomaszow Lubelski doğumlu Polonyalı Sanatçı Maksymilian Cieslak'ı kazanan olarak duyurdu.

Ödülün ardından Viyana Modern Sanatlar Müzesi Müdürü ve Jüri Başkanı Karola Kraus genç sanatçıyı seçme nedenlerini şöyle açıkladı: Maksymilian Cieslak bu yılki Henkel Art Award’ı yeni nesil bir sunum ile kazandı. Dolayısıyla önümüzdeki yıl müzemizde sergilenecek olan Maksymilian Cieslak'ın çalışmalarından oluşan kişisel sergisini dört gözle bekliyorum.

Maksymilian Cieslak sanata sıra dışı bir yorum getiriyor.

Maksymilian Cieslak'ın sinematik çalışmalarında, yüksek düzeyde bir anlatı yoğunluğu ve orijinallik göze çarpıyor. Cieslak çalışmalarında, sessiz filmleri, YouTube üzerindeki estetik yönü olan amatör videolar gibi görüntü unsurlarını araç olarak kullanmayı tercih ediyor. Bu bağlamda sanatçı, filme tamamen dogmatik olmayan bir araç ve bazen de esprili bir biçimde yaklaşıyor.

Sanatçı, uzayda Yuri Gagarin'in uçuşu ya da Doors konseri gibi sinema ve medya tarihine ait efsaneleri oldukça sıra dışı bir sinema dili oluşturmada araç olarak kullanıyor.

Doctor Faustus or Cloud Nine gibi bazı çalışmaları, sanat sahnesinin son derece öfkeli bir hiciv örneği olarak biliniyor.

Henkel Art Award Teşvik Ödülleri de sahiplerini buldu...

Henkel Art Award çerçevesinde genç ve en iyi çıkış yapan sanatçılara verilen ödülü Susanna Flock kazandı. Diğer yandan, KulturKontokt Avusturya'nın Artists-in-Residence programı dahilinde verilen Henkel Genç Sanatçı CEE Ödülü'ne Hırvat Sanatçı Nina Kurtela layık görüldü.

Henkel Art Award 2010'da birinci olan eserin yanı sıra tüm mansiyon ve diğer ödül kazanan sanatçılar ile adayların eserleri, 26-28 Kasım 2010 tarihleri arasında Viyana Modern Sanat Müzesi'nde sergilendi.


Travis Bickle: I got some bad ideas in my head.


Tabi Travis Bickle gibi kötü fikirler içerisinde değildim blog oluşturmaya başladığımda. işin doğrusu iyi fikirlerim de yoktu. Ne izlendiyse o film afişe edilecek ve üzerinde bir de filmden replikler konulacaktı. Kişisel sinema-günlüğü tadında boş zaman öldürgeci olarak kullanılacaktı. Replikleri filmin cast tanıtımları takip etti. Onları da film üzerine birkaç anektod ve peşisıra film üzerine kişisel görüşler, haddimiz olmayacak eleştiriler. Sonra bloga bir-iki izleyici takıldı, 5-10 kişilik samimi okuyuculardı. Cem , Spicoli , Lepermessiah , Her Boku Bilen Adam , fakeangel ...

Sonra "blogta ben de yazayım bir şeyler" diyen bir-iki kişi daha çıktı. O cümlenin altında " ben de çok sıkılıyorum, yar bana bi meşgale" anlamı olduğunu kendimden biliyordum. Kim yazmak istediyse blogun kapısı ona açıldı. Yazarların yanında yazılar ve dolayısıyla farklı görüşler fazlalaştı. Ardından da izleyicler. 10lar 100ler ve hatta 1000. Güzeldi, ama samimi gelemedi bir türlü. Okuyucusunu tanımayan birileri yaptı bu bizi. . . . .

Paragrafım devam ediyordu ama oluşan isyan sonucu kendimi fazlasıyla duygusal bulduğumdan sildim. Pek yaramıyor bize duygusal olmak. Düz insanız, çıkarılabilecek en düz anlamı çıkarırız. Burdan da çıkarılacak sonuç; blog 2 yaşına girdi. Ama çocuğununun büyüme evresine pek tanık olmayan baba misali 1 yaşına girdiğinde terk ettiğim blogu şimdi sanırım bu yaşında da terk ediyorum.

Okuyucuları ile, yorumları ile, yazarları ile nice senelere diyorum Sigara Yanıkları.


bir zamanlar 1 yaşındaydık.