Günümüz İran'ının en gündemdeki yönetmeni olan ve 2023'te özgürlüğüne kavuşan Jafar Panahi'nin oğlu Panah Panahi'nin ilk uzun metraj filmi olan Hit The Road, gerilimli bir aile dramını, ince de olsa siyasi bir anlamla harmanlanmış bir film. Yer yer babası Jafer Panahi'nin sinemasına selamlar da çaksa ondan ayrışan kısımları da yok değil. 


Hit the Road filmi, Hollywood terimi olan 'yol filmi' kalıbına tam olarak uymuyor. Daha çok İran sinemasının, devletin gözetiminden kaçınmak için yarı gizlice araç içinde çekilen kendine has türünün bir parçası. Yani yol, hukümetten bir nevi kaçış için var. Araba, hem sahne donanımı, hem sembol, hem hareketli mekan, hem de çekim sırasında dikkat çekmeden oyuncu ve ekibi taşıma aracı olarak kullanılıyor. Abbas Kiarostami'nin Kirazın Tadı ve Jafar Panahi'nin Taksi Tahran filmleri de bu amaçlı türün diğer örnekleri.

Film, kuzeybatı İran'da, Türkiye/Azerbaycan sınırına doğru gergin, sıcak ve rahatsız bir yolculuk yapan bir aileyi merkezine alıyor. Filmi başarılı kılan (ki bana göre öyle) en önemli unsur, bir araç içine sıkışmış bir aileyi canlandırırken sarf edilen oyunculuk. Anne (Pantea Panahiha), ön yolcu koltuğunda oturan ve kurduğu esprili diyaloglarla kocasıyla atışan, aracın ön ile arkası arasındaki geçiş köprüsü konumunda. Şoför koltuğundaki oğlunu neşelendirmek için şarkı söylemesi, onlara duyduğu koşulsuz sevgi hem bu bütünleştiriciliğin birer göstergesi. Baba (Hassan Madjooni), arka koltukta, alçılı ve ağrılı, kaşınan bacağıyla oturan, aksi ve sürekli sigara içme ihtiyacı duyan bir adam. Otorite kendinden gibi ama yorgun. Büyük oğul (Amin Simiar), direksiyonda. Az konuşan ama yoğun ve bastırılmış bir duygunun pençesinde görünen, düşünceli bir genç. Küçük oğul (Rayan Sarlak) ise küçük ve yaramaz bir çocuk. Yaşının vermiş olduğu bir yaramazlıktan ve enerjiden söz ediyorum tabi ki de. Yaptığı en büyük yaramazlıklardan biri pencereyi açması mesela. Ve tabi ki ailesinin talimatlarına rağmen yanında getirdiği telefon.

Ailenin yolculuğunun nedeni küçük çocuktan saklanıyor. Ona, ağabeyinin geçici olarak evlenmek için ülkeyi terk ettiği söyleniyor. Oysa amaç, büyük oğulu ülke dışına kaçırmak. Yönetmen Panahi, asıl sebepleri ve bu kaçışın gerçek nedenini söylemeyerek odağı bu yolculukta tutmak istiyor. Filmin siyasi mesajları, babası Jafar Panahi'nin hükümet karşıtı propaganda yapmaktan suçlu bulunması ve hala ülkeyi terk etme yasağının bulunmasından ötürü gizlenmiş olabilir. Bu İran'daki siyasi baskıyı düşününce pek olası ve pek de uygun bir tavır. Ancak bu belirsizlik filmin etkisini azaltmıyor, aksine, Panahi'nin ayrıntıları gizlemesi, daha sert bir siyasi noktaya değinmesini de sağlıyor. "Burada sebepler değil; kalp kıran, aile yıkan sonuçlar önemlidir" mesajı verilmiş oluyor. 

Filmin tamamında bir hüzün ve hatta dehşet havası dolaşıyor. Aile, büyük oğullarını kurtarmak için girdikleri bu yoldan bir kayıpla da dönebilir. Ve hatta bu kayba küçük oğulları da eklenebilir. Ancak her sahnenin altında bastırılamaz bir meydan okuma ve komik enerji yatıyor. Anne, radyodaki bir İran pop şarkısına dudak oynatırken film abiden Bollywood enerjisiyle doluyor. 


Panah Panahi, tüm bu kadere rağmen umut ve mizah duygusunu terk etmiyor. Cezalı olan babası Jafar Panahi'yi onurlandıran bir yapım olarak karşımıza çıkıyor diyebilirim. Babasının Taksi Tahran filminden esinlenilmiş çekim tarzı ile ona selamı veriyor. Babası ile aynı kaderi yaşamamak için ise de siyasi mesajlarını geride tutmayı, sebepler değişik olsa da sonuçların yıkım olduğunu göstermek adına, sadece sonuçlara odaklanmayı tercih ediyor. Bu da babasından ayrı tutulan yanı. Hangisinin yoğurt yiyişi daha geçerli, daha güncel bilmiyorum. Gün gelir de Jafar Panahi yeniden film çekerse o zaman güncel bir film ile Panahi'leri kıyaslarız. O gün gelene kadar, Jafar Panahi'ye özgürlük verilene kadar, bu sorular cepte duracak.