Devam edecek…
Moroccom
Devamını düşündüğümüz ve ilkini gerçekleştirdiğimiz ödüllü soru yarışmasının ilki sonuçlandı.
Doğru Cevaplar:
1-Gomorrah / Gomorra
2-Europa / Zentropa / Avrupa
3-Adams æbler / Adam's Apples / Adem'in Elmaları
Doğru cevabı veren 6 kişi arasından yaptığımız çekilişi canoğlan kazandı.
(çekilişimizi noter huzurunda yaptığımızı falan düşünmeyin. İskambil kağıdına kodladık kazananları, arasından çektik. bu yani)
İlk sorumuz hakkındaki yorumlarınızı ve daha iyi olması açısından önerilerinizi, alternatif soru şekillerini bu postun altına yorumlarsanız sizinle çok çok iyi geçiniriz.
(canoğlan, bize iletişim adresimizden 1 gün içinde ulaşırsan seviniriz. aksi takdirde bilet hakkı başkasına kayar, bu hafta gösterime girecek olan inception filminden de mahrum kalırsın, demedi deme)
AFM sinemalarından bilet ödüllü soru yarışmamızın ilk sorusu geliyor.
Yarışma kuralları:
- Ödüle hak kazanmak için sorulan 3 sorunun da doğru bilinmesi gerekmektedir.
- 3 soruyu da bilen olmazsa ödül hakkı 2 soruyu bilenlere verilecektir.
- 2 bilen de çıkmazsa, 1 soru bilenler sevinmesin boşuna, bilet bir sonraki haftaya devreder.
- Ödül; soruyu ilk bilen kişiye değil, hak kazananlar arasında yapılacak çekilişte çıkan kişiye verilecektir.
- Sonuçlar açıklanana kadar yorumların gösterimi kapalı olup süre bittiği zaman yayınlanacaktır. O andan itibaren gelen cevaplar geçersizdir.
- Süre 2 gündür. Perşembe akşamına kadar.
Soru; bu kareler hangi filmlere ait?
Hüsnü:Nasılda sevmiştim yıllarca ben seni
her akşam bekledim yollarını
elbet bir gün biz yuva kurarız derken
duydum evlenmişsin sen zengin bir gençle
zengin olsaydım sensiz kalmazdım
her an düşünüp seni hiç ağlamazdım
param olsaydı aşkım kalırdın
seve seve yanımda benimle yaşardın
Albümden bahsetmek gerekirse... Gerçekten çok taze ve heyecan verici bir albüm. Birbirinden farklı 10 güzel şarkıdan oluşuyor, ve albümü 2. kez dinlememe rağmen hala fon müziği değil, kendini dinleten şarkılardan oluşan bir albüm bu. Öyle ki, bir kitapçıda arkadaşımla buluşmadan önce zaman öldürürken kulağıma takıldı, ve hemen almama sebep oldu. Albümün tatlı vokalleri, bazı şarkılarda The Notwist'i, bazı şarkılarda ise Piano Magic'i hatırlatıyor ancak güçlü davullar ve gitarlar bu etkiyi kırarak albümü bambaşka, eşsiz bir atmosfere bürüyor.
Uzun lafın kısası Ricochet, 30 Temmuz'da Peyote sahnesinde olacak. Terli ve sıkıcı bir Ağustos öncesi İstanbul'un başına gelebilecek en güzel şeylerden biri olarak bu geceyi kaçırmayın derim.
Merih Akman,
http://vogonjeltz.tumblr.com
Yakın zamanda başlayacak olan uygulamamızla soracağımız sorulara verilen cevaplar karşılığından AFM sinemalarından hediye bilet kazanma şansınız olacak. Şimdiden film arşivinize yeniden göz atmanız önemle rica olunur.
Ödüllü Soru#1 -
Tüm salonda yankılanan bir kibrit sesi ve ardından yanan tütünlerin çıtırtısı.
O yaktıkça yakası geliyor insanın.
The Man Who Wasn't There
Dogma 95 Manifestosu Nedir ve Neden Ortaya Çıkmıştır?
Sinema her zaman yeniliklere açık ve yeni görüşlerin sürüklediği bir sanat dalı olmuştur.Sinemanın geleceğinin tartışıldığı her dönemde farklı akımlarla kendine yol aramış ve neticede o yolu bulmuştur.Nitekim sinemanın sanata değer veren bağımsız yönetmenleri stüdyo yapımlarının boyunduruğuna girmemiştir.Alman dışavurumculuğu,İtalyan yeni gerçekçiliği,Fransız yeni dalga akımı sinemanın bugününe önemli etkiler bırakan akımlar olarak nitelendirilebilir.
Bu akımların her biri yaratıldığı döneme tepki olarak doğmuştur.Örneğin Fransız yeni dalga akımının ortaya çıkışındaki başlıca etken Fransız sinemasının Hollywood yapımlarının gölgesinde varlığını sürdürmesidir.Radikal hareketler çeşitli sancılara neden olur ve bu sancılar dönemin yol gösteren yönetmenleriyle aşılabilir.Fransız yeni dalga akımının tarih kitaplarında kaldığı,Alman sinemasının önemli yönetmenlerinin de (Fassbinder,Wenders gibi yönetmenler) geride kaldığı 90larda sinemanın büyük bütçeli stüdyo filmlerine karşı tekrar dirilmesi gerekiyordu.Bağımsız sineması her ne kadar övgüye layık olsa da bu konularda Amerika her zaman apolitik ve duyarsız olmuştur.Kurulu olan düzenin çarklarını döndüren her daim Hollywood sineması olduğundan Amerikan sineması böyle oluşumlara uzak durur bi nevi devrimin karşıtıdır.1995 yılında Lars Von Trier sinema sektörünün esir olduğu Jurassic Park ve Die Hard gibi stüdyo odaklı dev prodüksüyonlara tepki amaçlı bir manifesto hazırlamaya koyuldu.Thomas Vinterberg'le birlikte yemek masasında 25 dakikada hazırladığı manifestoyu sinemanın 100.yılı adına düzenlenen sempozyumda Paris'te diğer yönetmenlere bildirme gereği duydu.Bu manifestoda 10 kural vardı.''Bu kurallar;
1. Çekimler stüdyo dışında yapılmalıdır. Sahne donanımı ve setler içeri taşınmamalıdır. (Hikaye özel bir sahne donanımı gerektiriyorsa, stüdyo dışında bu donanıma uygun bir mekan seçilmelidir.)
2. Ses, kesinlikle görüntülerden ayrı olarak üretilmemelidir ya da tersi. (Sahne içinde üretiliyor olmadığı sürece müzik kullanılmamalıdır.)
3. Kamera, elde taşınıyor olmalıdır. Elde taşınan kamera ile elde edilecek hareketlilik ya da hareketsizlikler serbesttir. (Film, kameranın durduğu yerde çekilmemeli; kamera filmin olduğu yerde olmalıdır.)
4. Film, renkli olmalıdır. Özel ışıklandırma kullanılamaz. (Eğer çekilecek olan sahnede filmin pozlandırması için çok az bir ışık söz konusuysa, sahne kesilmeli ya da tek bir lamba kameraya iliştirilmelidir.) 5. Optik numaralar ve filtreler kesinlikle yasaktır.
6. Film, gelişigüzel aksiyon içermemelidir. (Öldürme, silahlar, vs. bulunmamalıdır.)
7. Zamansal ve coğrafi yabancılaştırmalar yasaktır. (Kısaca film, şimdi ve burada geçmelidir.)
8. Tür filmleri kabul edilemez.
9. Film formatı 35 mm olmalıdır.
10. Yönetmen, jenerikte belirtilmemelidir.
Ayrıca yönetmen, kişisel adlardan sakınacağına, artık sanatçı olmadığına, anları bütünden daha önemli gördüğü gibi, bir 'iş' yaratmak- tan kaçınacağına, en büyük hedefim karakterlerinden ve ortamdan gerçeği açıkça çıkarmak olacağına ve bunu elinden geldiğince ve iyi tadlarla estetik faktörler pahasına yapacağına and içer.'' olarak belirlenmiştir.
Kuralların öncelikli amacı yönetmenlerin üzerindeki baskıyı kaldırmaktı.Stüdyoların esiri olmuş yönetmenler özel efektlerin,kolay çözümlemelerin boyunduruğuna girmiş ve bir çoğu insan duygularıyla ilgili basit bir hikayeyi anlatmaktan aciz hale gelmişti.Lars Von Trier'in deyişiyle bu manifesto onları sarsacak ve kendilerine getirecekti.Dogma kurallarının sert olma nedeni buydu.En nihayetinde kurallar yönetmenleri cezalandırmak değil,onları cesaretlendirmek ve onları özgür kılmak için yaratılmıştı.Amaç büyük çaplı filmlerin baskıcı araçlarından yönetmenleri kurtarmak,ayaklarının yere yeniden sağlam basmasını sağlamaktı.Bunu teknolojiye sığınmadan gerçekleştirmek,anlık kararların etkin olduğu bir sinema devrimi oluşturmak Lars Von Trier'in fikirlerinden biriydi.
Onu bu manifestoyu hazırlamaya iten etkenler nelerdi peki?
Lars Von Trier'in Riget (Krallık) dizisinin çekimlerinde bulduğu rahat çalışma ortamı ve işine karışılmaması onun baskıdan sıyrılmasına ve kariyerinin en önemli yapımına imza atmasını sağlamıştı.Uzun metrajlı film çekmenin getirdiği sıkıntıları bu diziyle üzerinden atmış ve yaratıcı zekasını özgür kılmıştır.Lakin Krallık dizisinin çekimlerinin sona ermesinden sonra Breking the Waves (Dalgaları Aşmak) ile yeniden kendini gösteren ağır sorumluluk ve baskı bu manifestonun hazırlanmasına ön ayak olmuştur.Ekonomik baskılar diğer yapımlarında da karşısına çıkmış ve zekasının sadece filme odaklanmasına engel olmuştur.Filmlerini çekebilmek için her zaman farklı işlere el atması gerekmişti(reklam çekimi,yapmıcılık) ve filmler için gerekli bütçeyi sağlayabilmek onu gerçekten yoruyordu.Danimarka'nın en ünlü yönetmeni iken ve dünya çapında tanınan bir isim haline gelmişken bile Lars Von Trier bu kadar zorlanıyorsa diğer yönetmenlerin stüdyoların emrinde çalışmaktan başka yapabilicekleri pek birşey kalmıyordu.Bu da onların yaratıcı zekalarını kullanmalarını engelliyordu.Bu açıdan Dogma 95 manifestosu yerinde ve gerekli bir hareket olmuştur.
Dogma 95 manifestosu bildirildikten sonra bazı yönetmenlere çağrılar yapılmış ve bu projeye destek olmaları istenmiştir.Trier ve Vinterberg'in oluşuma destek vermelerini istediği çoğu yönetmen oluşumla ilgilenmedi ve ciddi eleştiriler yaptılar.Özellikle manifestoda yer alan 5.kuralı nasıl uygulayacaklarına dair tartışmalar oldu.Herşeye rağmen Soren Kraugh Jacobsen ve Kristian Levring gibi Danimarka sinemasında önemli isimlerin destek verdiği ve katıldığı oluşum 1996 yılında Danimarka Kültür Bakanlığından çekilecek olan Dogma filmlerine bütçe ayrılacağı sözü almıştı.Bütçe konusunu böyle aşmayı planlayan oluşum sonradan Danimarka Kültür Bakanlığının karar değiştirmesi ve ödenek için çekilmesi plananan filmlerin diğer yapımlarla yarışması gerektiğini açıklamasıyla ölü bir oluşum olmuştu.Danimarka Kültür Bakanlığının bu kararı vermesinde önemli etken henüz senaryosu olmayan 5 filmin geleceğinn belirsiz olması idi.Ve diğer yapımları es geçmemek adına Dogma filmlerine ayrıcalık tanınmamıştı.Trier'in Zentropa yapım şirketini birlikte kurduğu Aalbaek Jensen filmlere yabancı kaynaklar bularak çekimleri gerçekleştirebileceklerini belirtsede Dogma 'danimarkalı' bir oluşumdu o yüzden böyle bir teklif kabul edilemezdi.1997 yılına gelindiğinde Lars Von Trier tüm umudunu yitirmiş ve Dogma ile ilgili tüm herşeyi Jensen'e devretmişken Norveç Film ve Sermaya Kurulu üzerinden Danmarks Radio sayesinde bütçeye gerekli yardım gelmişti.Gerekli bütçeyi sağlayan oluşumun yeni hedefi filmleri çekmek ve tüm dünyaya Dogma filmlerini tanıtmaktı.
Gelecek yazı : Dogma kurallarına uygun nitelikteki ilk eserler
Kirby:Sigara yanıklarına bu kadar ilgi neden?
Timpson:Filmi izlediğin sırada o izlerden birini görmek sana önceden haber verir.Bir şey olacak.Sıkı dur,işte geliyor.Onları çıkarırsın ve birden kargaşa başlar.
Master's of Horror serisinin John Carpenter imzalı olan Cigarette Burns adlı bölümünden.Ayrıca serinin açık ara en iyi bölümüdür.
Dip not:Blog adına replikleri koymayı düşündüğüm tumblr adresi açtım.Takip etmek isteyen olursa buradan adrese ulaşabilir.
Geçtiğimiz günlerde kültür turizmi adı altında blog yazarlarından kard ve hacitokankoli ile Orta Avrupa'dan başlayıp İstanbul'da son bulan interrail yolculuğu yaptık.Gezdiğimiz şehirlerde kendimize yakın bulduğumuz,yaşanılacağına kanaat getirdiğimiz şehirler oldu.O şehirler arasından Berlin ve Viyana'ya biraz değinmek istiyorum.
Ülkemizde mesleğini icra eden Alman futbolcu ve Teknik Direktörlerden dolayı Alman toplumunun disipline bağlılığına aşinayızdır.Bir nevi kendilerinden önce 'Alman disiplini' ülkemize uğrar.Son 100 yıl içinde iki dünya savaşından yenilgiyle ayrılmış olan bir milletin şuanda dünya düzeninde etkin bir rol oynamasından çıkaracağımız sonuçla çalışkanlıklarına da atıfta bulunabiliriz.Yazının esas konusu Berlin ve Viyana'ya aynı başlık altında sebebim ise aynı dili konuşan,tarih içindeki yakınlıkları bilinen bu iki gelişmiş Avrupa şehrinin birbirlerine benzemesidir.
Her iki şehirde de birçok tarihi mekanı gezdik.Lakin hangisi ne zaman yapıldı,yapılma amaçları ve binaların,köprülerin isimleri nelerdir? sorularına verebiliceğim pek bir yanıt yok.Gezdik,gördük ve her mekanda gittiğimize delil standart fotoğraflardan çekildik.Zaten başlangıçta kültür turizmi desem de bu gezideki şahsi amacım Avrupa'nın önde gelen şehirlerinde bulunmak ve orada bir nebze halka karışmaktı.Bundan ötürü Berlin ve Viyana'da en çok hoşuma giden şey Tuna nehrinin üzerine kurulan ada da düzenlenen Donauinsel müzik festivalinde bulunmuş olmaktı.
Öyle bir filmden bahsedeceğim ki, izlediğin en güzel film hangisi diye sorduklarında cevabını asla veremeyeceğim bu zamana kadar ve bundan sonra, yok öyle bir film henüz.Ama izleyip, seni etkileyen film hangisidir sorusuna cevabım artık hazır.
The Stoning of Soraya M.
Evet sahne biraz uzun tutulmuş, gerektiği zaman eleştirel olarak da yaklaşmak gerek.Filmin süresi 1.45 dakikaya yakın olduğunu düşünürsek, 2. yarının çok büyük bir kısmı bu sahneden oluşturulmuş.Söylemek gerekiyor ki, olay işlenişi sırasında ki çekimler gerçekten inanılmaz olmuş.Bir anlığına bile orada olduğunuzu düşünüyorsunuz ve yapılan olayın sizde ne tarz olumlu-olumsuz etkiler bıraktığına şahit oluyorsunuz.Dahası sadece izlerken değil, film bitiyor salondan çıkıyorsunuz bir sigara yaktığınız anda halen o sahneler aklınızda kalıyor.Zordur filmin sonunu unutturmak.Çünkü insan en son gördüğünü hatırlar, bu bilinç olarak yapılan birşeydir.Filmlerin sonunu bitirmek bu yüzden çok önemlidir, çoğu izleyici sonda çözülen filmleri severler benim gibi ama bu çok farklı, kesinlikle...
Uygulanan yöntemin çağdışılığından başka, bu tür konularla ilgilenen arkadaşlarım bana halen bu sistemin bazı yerlerde devam ettiğini söylediğinde şaşırdım kaldım.Hadi filmini izledik, yaşanmış bir olayı anlatmışlar ama halen yapılıyor olması gerçekten ibret verici.Aynı zamanda filmdeki diyaloglar tek kelimeyle inanılmaz olmuşlar.Hani bazı yerleri tekrar tekrar dinlemek istiyorsunuz, çünkü bu tarz ibret verici konuşmaları her yerde bulamıyorsunuz.Mesela bunlardan biri ve belkide en etkileyici olanı;
Muhtar İbrahim - Zina ile suclaniyorsun, masum oldugunu ispatlayabilir misin?
Soraya -Suclamayi yapan onlar, onlar ispatlasin sucumu.
Muhtar - Eger ki bir kadin kocasi tarafindan itham edilmisse, masumiyetini ispatlamak kadina duser, yok eger kadin kocasini itham ediyorsa kocasinin sucunu ispatlamak da kadina duser.
Zehra - yani butun kadinlar suclu, butun erkekler sucsuz.
Bu filmi gidip izlemeyecekseniz zaten fazla uğraşmayın ve uğraştırmayın kimseyi.Tek düze düşünceleri sevmem yada insanları düşüncelerinden dolayı ayırt etmem, ama film izliyorum, sinema seviyorum diyorsanız kendinize bu filmi mutlaka izlemeniz gerekiyor.Sadece konusundan dolayı izleyin gidin sonunda ağlayın demek adına değil, bir filmin ( gerçek hikaye bile olsa ) baştan sona kadar nasıl bir sıra halinde işlendiğini, hayatınızda daha önce duymadığınız görmediğiniz oyuncuların nasıl performans verdiği ve bu sizin hayaliniz olan hollywood starlarının aslında sadece şebekten ibaret olduğunu anlıyorsunuz.Gözlerdeki anlamlı bakışlar, o anki duyguyu yansıtabilmeyi yaşıyorsunuz filmde.Sahne çekimlerinde ağır ve hızlının nasıl kullanılacağı, kamera geçişleri hepsini burada bir kerede görebiliyorsunuz.Size sadece filmin ağır dram konusundan bahsetmeden bile bir sürü şey sıralayabiliyorum.Mutlaka izlenmesi gereken bir başyapıttan bahsettim biraz önce.Umarım böyle bir filme haksızlık yapmamışımdır kendi adıma.
Notum 10/9.2
IMDB notu : 7.9/10
UnjustLucifer
dvdmovieworld.blogspot.com
“AçıkDeniz’i Anlat Bana” Kısa Film Yarışması genç yönetmenleri bekliyor..
DenizBank “AçıkDeniz’i Anlat Bana” kısa film yarışmasıyla içindeki yönetmeni ortaya çıkarmak isteyen gençleri arıyor. Şubeye alternatif kanallar üzerinden bankacılık işlemi yapmanın avantajlarının filmle anlatılacağı yarışmada büyük ödül 10.000 TL, son başvuru tarihi ise 15 Temmuz.
Hedef alternatif dağıtım kanallarını anlatmak..
ATM, Çağrı Merkezi, İnternet Bankacılığı ve Mobil Bankacılık gibi şubeye alternatif kanallar üzerinden bankacılık işlemi yapmanın avantajlarını anlatmak, yarışmanın ana konusunu oluşturacak. Yarışmaya katılanlardan; alternatif dağıtım kanalları sayesinde sağlanan bankacılık işlemlerinin daha hızlı ve kolay yapıldığının vurgulanması bekleniyor. Son başvuru tarihinin 15 Temmuz 2010 olduğu yarışmada, büyük ödül 10.000 TL, ikinci seçilecek film 5 bin TL, üçüncü seçilecek film ise 2 bin 500 TL kazanacak. “AçıkDeniz’i Anlat Bana” Kısa Film Yarışması ile ilgili detaylı bilgiye www.pasodeniz.com adresinden ulaşılabilir.
Yeniden başkan seçilen Donald Trump'ın gençliğindeki sıçrayış döneminin ve bu sıçrayışta kendisine mentörlük eden Roy Cohn ile olan iliş...