Şiddetin dünyamızdaki yeri nedir? Veya şiddet nasıl önlenebilir?
Bu soruların her birimizde uyandırdığı bir takım anlamlar ve düşünceler elbette vardır.Her sorunun cevabı bir yerden sonra da ‘daha iyi bir dünya için’ klişesine girer.Bireysel şiddete karşı verilecek tepkiler ışığında Haevnen filmi de sorunların üzerinden geçerek çıkış yolunu aramaktadır.Şiddete karşı şiddet mi gösterilmeli veya uzlaşma mı sağlamalıyız? Önceliğin hangi soruya verildiği de mühimdir.
Afrika’da iç savaşın hükmünde mülteci olarak yaşayan insanlara tıbbi yardımda bulunan uzlaşmacı bir doktor ve bu doğrultuda yetiştirdiği oğlu Elias. Sorunun diğer kutbunu oluşturan esas kişi ise annesini kaybetmenin verdiği acıyı her daim hisseden
Christian. Soruya neden olan kişiler ise toplumun işci sınıfından bir tamirci ve iç savaşın ortasında kadınlara şiddet uygulayan bir çete lideri.
Haevnen filminde şiddeti filmin ana fikri olarak baz alırsak buna verilebilecek tepkiler yukarıda belirttiğimiz karakterlerin her birinde farklı şekillerde resmedilmiştir. Öncelikle doktor olan babadan başlarsak; aldığı eğitim ve yaşadığı kültürel çevre nedeniyle şiddetin anlamsızlığı üzerine giden bir karakterdir. Şiddet uygulayanın karşısına kelimelerle giderek şiddeti anlamsızlaştırmanın gayreti içerisindedir. Oğlu Elias’a da bunu empoze ederek idealleri uğruna ve daha iyi bir dünya için şiddet uygulayanlara karşı savaşmaya devam eder.
Diğer tarafta ise etkinin tepkiye yol açacağını düşünen ve bu nedenle şiddete karşı şiddetin gösterilmesini haklı bulan ve mutlak adaletin böyle sağlanabileceğini düşünen Christian. Ayrıca Elias’ın en yakın arkadaşı. Şiddetle ilgili düşünceleri de kendisini korumak adına karıştığı bir okul kavgasından sonra babasıyla kurduğu diyalogda saklıdır.
Baba: Ona vurduysan o da sana vuracak,bunun sonu gelmez. Anlamıyor musun? Savaşlar böyle başlar.
Cristian: Yeterince sert vurursan başlamaz. Bu konuda hiçbir şey bilmiyorsun. Her okulda bu böyledir. Kimse bana kafa tutamaz artık.
Peki dünyamızı da okulun daha evrensel bir şekline benzetebilir miyiz? Savaşların genel olarak birer çıkar çatışmasından ortaya çıktığını düşünürsek bu manada benzetilebilir.
Lakin şu gerçek var ki dünyamızda güce sahip olan etkiyi yaratmakla kalmıyor,etkinin uzun süre diğer halkların korktuğu bir araç olarak üzerlerinde durmasını sağlıyor. Dünyanın şiddete maruz kalan tarafı Elias gibidir , zira tepki koyabilicek kadar güçlü değildirler. Bu nedenle bir gücün onları iteklemesi lazımdır. Tıpkı Christian gibi.
Geçtiğimiz sene, çocuklar üzerinden şiddeti ve intikam öğelerini beyazperdeye taşıyan Das Weisse Band ile paralellik gösteren olaylar silsilesi Haevnen filminde de vardır. Anlatım olarak ise Das Weisse Band daha çok şiddetin meşrulaştırılmasına atıflar yaparken Haevnen filminde konunun genel gidişatı sorunun uzlaşmayla çözülebiliceğini anlatmaya çalışır. Beyazperdeye şiddetin anlamsızlığına vurgu yapan onlarca kare ve kelime çarpmaktadır. Lakin belirli noktalarda örneğin şiddete karşı verilen tepkilerde zulüm görenin duygusuna da yer vererek izleyicinin de gerektiği zamanlarda bu şiddetin haklı bulmasını sağlamaya çalışmaktadır. Zira ne kadar uzlaşmaya yatarsak yatalım her birimizin şiddete eğilim gösterdiği anlar vardır.Yoksa uzlaşmacı doktorun şiddeti meşrulaştırdığı sahne, film boyunca bahsi geçen uzlaşma temelli dünya hayallerini yerle bir eder. Film bu şiddet eğilimine de böylece dayanak oluşturmaktadır. Genel itibariyle "daha iyi bir dünya" klişesine girmemeye çalışan ve mesajlardan bir bakıma uzak durmaya çalışan Haevnen belki de bu yönüyle bu seneki Yabancı Dilde Oscar ödülünü kazanmıştır.
Peki bunları bir kenara bırakıp tekrar esas soruya gelecek olursak; Şiddete şiddetle mi karşılık vermeliyiz yoksa uzlaşmaya mı çalışmalıyız?