Genç yönetmen Ecre Begüm Bayrak'ın politik bilinçle örülü Kurtlar adlı kısa filmi, ilk bakışta küçük bir Anadolu kasabasında geçen yerel bir sorunu anlatıyor gibi görünse de, aslında adalet, suç, tanıklık ve sorumluluk kavramlarının bulanık sınırlarını cesurca sorguluyor. Yönetmenin kendi deyimiyle film, "mağdur-tanık-fail" üçgeninin iç içe geçtiği bir evrende, bireyin suskunluğu üzerinden toplumsal bir eleştiri getiriyor.
Önceki gün
Kurtlar filminin, yönetmeni
Ecre Begüm Bayrak'ın da katıldığı bir gösterimine gittim ve filmi daha önce izlemiş olmama rağmen nihayet yönetmeniyle de izleme fırsatım oldu. Kendisine yöneltilen sorular ve verdiği cevapları da not ederek yazıma eklemeler yaptım. Buna ek olarak yönetmenin
ötekisinema.com'da
Banu Bözdemir'e verdiği söyleşiden de faydalandım. Tüm bunlara yönetmen Ecre Begüm Bayrak'ı biraz da olsa kişisel tanışıklığımı da ilave ederek film için bu yazıyı oluşturdum. Hikayesinin ötesinde, küfesinde yüklü dertler barındıran bir yapım olduğunu söylemeliyim öncelikle. Saatlere sığmayacak bu derdi anlatması için 20 dakikada kullanmış. Ancak ben bu filmi sanki uzun metrajmış gibi yorumlayacağım ve kısa film oluşundan mütevellit hikayedeki sıkışmışlıkları, bazı karakterlerce (asker ve fatma) '
kör göze parmak' şeklinde atılan tiratları es geçeceğim. Kısadır, olur onlar. Ve başlayalım.
Filmin hikayesinden bahsedelim önce. Filmde Behçet (
Anıl Ateş) adlı bir kaymakam, eşi Ilgın (
Ceren Kaçar) ile birlikte yeni görev yeri olan Anadolu'nun küçük bir kasabasına gelir. Gelir gelmez köylülerin sorunları içerisinde kendisini bulur. Köylüler, köyde bulunan su kanalının çocukların boğulmasına yol açtığını söyleyerek kapatılmasını ister, fakat Behçet bu isteği '
devletimiz lüzum görürse kapatır' diyerek reddeder. Köylülerin öfkesi giderek büyür.
Kaymakamın eşi Ilgın, bir senarist olarak köyde yaşananları gözlemlemeye ve not etmeye başlar. Başta tarafsız gibi görünür, fakat bu tarafsızlık onu etik bir ikileme sürükler. Çünkü bakkalda, mezarda, evde komşuları dinler ve yaşanan acılara tanıklık eder ama hiçbir şey yapmaz. Bir sanatçıdan beklenen tepkinin karşısındaki bu tepkisizliği ve iki yüzlülüğü komşusu Fatma suratına vurur bir konuşmasında.
Bir gün Behçet eve geldiğinde Ilgın'ın bulamaz ve köylülerle birlikte onu aramaya çıkar. Köyün muhtarı (
Hakan Karsak), Ilgın'ı "
kurtların yemiş olabileceğini" söyler. Bu son sahne, kurtların gerçekten hayvan mı yoksa öfkeli halkın bir sembolü mü olduğunu sorusunu yönetmen açık bırakıyor.
Filmin senarist ve yönetmeni
Ecre Begüm Bayrak,
Kurtlar'ın çıkış noktasını, 2021 yılında katıldığı
Berkin Elvan davasıyla ilişkilendiriyor. Bu kişisel tanıklık, zamanla birikmiş kolektif acıların, bastırılmış öfkenin ve sürekli ertelenen adaletin sinemasal bir izdüşümüne dönüşüyor. Yönetmen, hem bireysel hem de toplumsal bir vicdan muhasebesi yaparak şunu ima ediyor: Tanık olmak, eğer harekete geçirmiyorsa, bir suç ortaklığına dönüşebilir.
Filmin merkezinde yer alan Ilgın karakteri bu bağlamda bir vicdan aynası gibi işlev görüyor. O, bir kaymakam eşi ve aynı zamanda senarist olarak, çevresinde olup bitenleri ancak 'estetik bir malzeme'ye dönüştürmekle yetiniyor. Yönetmen bu karakter üzerinden, özellikle kentli ve aydın(!) sınıfın politik olaylar karşısındaki mesafeli tavrını sorguluyor. Ilgın'ın da tanık olduğu halde takındığı tarafsızlık için yönetmen etik bir suç tanımını kullanıyor. Ve bu sebeple Ilgın'ın 'mağdur-tanık-fail' üçgenindeki konumunu değiştiriyor.
Mağdur-Tanık-Fail ÜçgeniYönetmen'in ifadesiyle, film mağdur-tanık-fail kavramlarının iç içe geçtiği bir dünya kuruyor. Oluşan tablo şu şekilde:
- Köylüler bir yandan mağdur, diğer yandan kendi adaletlerini kurarken fail konumuna geçiyor.
- Ilgın tanık olarak başlıyor; ancak sonradan, önce failleşiyor ve sonra mağdura dönüşüyor.
- Behçet ise devletin temsilcisi ve sitemin adaletsiz simgesi olması hasebiyle fail ve tanık kısımlarında bulunuyor.
Filmin mekanı olan kasaba, Anadolu sinemasının klasik temsillerini anımsatsa da, yönetmen bakışı bu kalıpları biraz tersine çeviriyor. Yönetmen, köylüleri
'ilkel' ya da
'irrasyonel' bir topluluk olarak değil, adaletsizliğe karşı kendi yöntemleriyle direnen insanlar olarak konumlandırıyor. Köylülerin öfkesi, çocuklarını kaybettikleri kanala ve bu ölümleri görmezden gelen devlete yönelmiş haklı bir isyanın sembolü haline geliyor.
Filmde hem gerçek anlamıyla, hem de metafor olarak kullanılan iki şey var: kanal ve kurtlar. Bu çıkarımı, yönetmeni biraz tanıyan biri olarak rahatlıkla yapabilirim. Buradaki kanal; yalnızca bir fiziksel yapıyı değil, devletin açtığı ve toplumla arasında giderek büyüyen ve büyüdükçe çocukları yutan bir uçurumun metaforu. Devletin temsilcisi konumundaki Behçet'in kanalı kapatmayı reddetmesi, bürokrasinin soğuk yüzünü somutlaştırıyor. Kurtlar ise yalnızca kasabanın dışındaki vahşi hayvanlar değildir, aynı zamanda toplumun içinde, her birimizin içinde dolaşan korku ve öfkenin tezahürünün sembolü olarak yer alıyor. Bu bakımdan filmin sonunda Behçet'in karısı Ilgın'ın kurtlarca alınıp götürülmesi, adaletin nihayet halk eliyle sağlanması gibi okunabilir, ancak bu, kurtuluş değil, yozlaşmış bir döngünün tamamlanışıdır.

Filmi yapısal açıdan inceleyecek olursak da; görüntü ve ses tasarımının, bir usta yönetmeni aratmayacak seviyede iyi olduğunu söyleyebilirim. Her ikisi de devamlılığını başarıyla koruyor ve sahne geçişlerinde bir sıkıntı yaşatmıyor. Bu sebeple filmin teknik ekibini de kutlamak gerekiyor. Filmin 20 dakikaya sıkıştırılma mecburiyeti (bazı festival dayatmalarından dolayı) yüzünden acelecilik oluşmuş ve fikrin direkt tirat şeklinde verilmesine neden olmuş. Ama bunun sebebini biliyoruz en azından (kısa film standartları). Bu yönetmene 90 dakika verin, bunların hiçbirini göremezsiniz diyebilirim rahatlıkla.
Yönetmen Ecre Begüm Bayrak 'olabildiğince sert politik filmler yapmak istiyorum' diyor ve bu politik gerçekçiliğini de fırsat bulduğu her alanda gösteriyor. İzleyicisini rahatsız etmekten çekinmeyen, hatta bunu bilinçli olarak hedefleyen bir tarzı var ve öyle de devam edecek gibi duruyor. Çünkü kendisi sinemayı bir tartışma alanı olarak görüyor ve kitlelere fikirsel anlamda ulaşmanın sinema yoluyla daha kolay ve mümkün olduğuna inanıyor. Henüz ilk filmde susmayacağını ve susanları en azından kalemiyle ve kamerasıyla cezalandıracağını bizlere gösteriyor. Bu sebeple cesaretini de ayrıca tebrik ediyorum.
HATIRLATMA: Son yazıdan (02/10/25) bugüne (09/10/25) 20'si açlıktan 969 kişi daha Gazze'de İsrail tarafından öldürüldü !