Bu film ilk bakışta bir multiverse çılgınlığı gibi dursa da, son derece kişisel bir hikayesi var. Bir yandan göçmenlik deneyimleri, aile bağları, kuşaklar arası kırılmaları resmederken, diğer yandan sıradan hayatın görünmez yüklerini anlatıyor. Bu karışımın tonunu belirleyen ise Michelle Yeoh'un müthiş performansı oluyor. Tüm aksilikler birikince bir anne olarak gerekeni yapıyor ve terliği ayağından çıkarıp eline alıyor.



Filmin ilk bölümleri, Evelyn'in (Michelle Yeoh) sıkışmışlığını neredeyse fiziksel olarak hissettiren bir ritimle açılıyor. Çamaşırhanenin karmaşası, vergi memurları denetiminin tedirginliği, yaşlanan babanın beklentileri, eşiyle çözülemeyen iletişim sorunları ve kızının kimliğiyle arasındaki mesafe... Hepsi aynı dar mekanda, aynı anda Evelyn'in üzerine yığılarak bir boğulma hali yaratıyor. Bu kaos, filmin başlığının vaat ettiği hissi daha metafor katmanlarına geçmeden, yalnızca mutfağın, fatura yığınlarının ve bitmek bilmeyen sorumlulukların üzerinden gösteriliyor. Kaldı ki bu kaosa daha 'zaman' da eklenecek.

Multiverse'ün devreye girmesiyle film ton değiştiriyor. Bu değişim keskin bir şekilde olduğu için öncesi ve sonrası arasındaki ton değişikliği uyumsuz gibi görünebilir. Yani değişim esnasını görmeden filmden çıkmış birisi, filme birazdan geri döndüğünde farklı bir salona girdiğini sanabilir. Ancak bu değişim uyumsuz değil, aslında ilk bölümde biriken bir öfkenin patlayışı gibi. Sonuçta kimse patlayan bir el bombasının çevresiyle olan uyumsuzluğundan bahsedemez.

Her bir alternatif evren görüntüsünde farklı Evelyn'ler görüyoruz. Bunlar Evelyn'in "başka ne olabilirdim?" sorusunun somut karşılıkları; bir şarkıcı, bir film yıldızı, başarılı bir şef.. Bu evrenler yalnızca ihtimallerden ibaret değiller. Aynı zamanda Evelyn'in zamanında kaçırmış olduğu fırsatların beden bulmuş hali. Hayatı süresince vermiş olduğu her bir kararda, seçilmemiş olan diğer seçeneğin uzanacağı yolun göstergeleri. Ancak Evelyn için seçilen bu örnek alternatifler rastgele değil, Evelyn'in içsel muhasebesinin birer tazahürü. 

Filmin enerjisi yer yer yorucu olsa da bunun bilinçli bir tercih olduğunu düşünüyorum. Evelyn'in zihnindeki kesintisiz gürültüyü, zamanın nasıl bir girdaba dönüştüğünü, kararların ve pişmanlıkların bir insanı nasıl paramparça edebildiğini seyirciye hissettirmek istiyor yönetmenler. Bu nedenle her atlama, her dövüş sekansı, duygusal bir karşılığı olan gürültülü bir iç dünyayı resmediyor bizlere.


Yönetmenler (Daniel Kwan ve Daniel Scheinert), filmin tüm bu karmaşasının merkezine anne-kız ilişkisini yerleştiriyor. Joy'un (Stephanie Hsu) yalnızlık ve anlaşılamam duygusunu, kuşaklar boyunca aktarılan karılmaların birikimiyle harmanlıyan yönetmenler, bu nihilist kaosun karşısına radikal bir sevgi önerisini çıkarıyor. Dev bir 'her şey çöreği' üzerinden kurulan o mizahi ama etkileyici metafor bile bu nedenle çalışıyor: Bazen her şey aynı anda gerçekleştiğinde anlam çözülebiliyor; o boşluğu dolduracak şey ise her şeye rağmen bağ kurma çabası.

Michelle Yeoh'un oyunculuğu da film gibi çok katmanlı ve her bir katmanın anlatısında gereken oyunculuğu iyi sergiliyor. Ke Huy Quan'ın canlandırdığı Waymand ise filmin şefkatli ve kırılgan olan gizli kalbi oluyor. Ama nazik ve kırılganlığın 'kindness is not weakness' olmadığını da ilerleyen sahnelerde bize gösteriyor. Stephanie Hsu ise Joy olarak hem kuşağın ağırlığını hem de isyanını hem de rengini çok yönlü şekilde sergiliyor.

Everyting Everywhere All at Once, birçok türü aynı potada eriten bir sinema deneyimi. Aile dramı, felsefi bir yolculuk, aksiyon parodisi, absürt komedi, göçmenlik.. Normalde bu tür bir karışım bir filmi darmaduman edebilirdi, ama Daniel yönetmenler kontrolsüzlüğü, kontrollü bir çılgınlığa dönüştürmeyi başarmış. Bu nedenle film, yalnızca bir multiverse macerası değil, aynı zamanda çağımızın zihinsel yükünü, aile ilişkilerinin çatlaklarını ve hayatın sürekli eksik hissettiren ihtimallerini görünür kılan büyük, kocaman bir hikaye. 

0 serzeniş: