Türk usülü olsun diye şöyle başlayalım:



Her ne kadar Mclaren's Irish Pub veya New York sınırlarında çekilen herhangi bir filmi ortaya atıp üzerinden yazıp turatma ihtimalim olsa da eskilerde kalmaya başlayan bir seriyle, gezi yazılarıyla devam edeyim istiyorum.

Dört aydır Amerika'da olmanın gözlemiyle bir yazı yazmak elbette efradını cami ağyarını mani cihetinden her türlü inceliği anlattırmasa da bize, Central Park adlı güzide yerden başlayabiliriz herhalde ufak tespit ve yol işaretçilerimize. Barcelona'dakı Güell Park kadar artistik detaylarla dolu olmasa da büyüklüğü ve konumuyla sürümden kazanıyor bu park puanları. Yemyeşıl çimlerinde havanın güneşli olduğu bir günü yakalarsanız eğer, bir köşesinde koskoca bir müzik grubu kadar müzik aletleri olan bir grubun şarkıları ile dersini çalışan bir doktora öğrencisini flu yapıp ön tarafa da net bir biçimde bir çift frizbi oynayan adamı ve sizin gibi normallikten göze batmayan birini koyabilirsiniz. İçindeki yapay göllerde facebook profil fotoğrafı çektirip, gökdelenler arasındaki bu kapitalist köyde yetmiş iki milletten yetmiş iki çeşit pedicapçiden biriyle muhabbet dolu bir gezintiye çıkabilirsiniz. Ben kültür insanıyım uleayn/ayol diyen varsa da onlar da New York Metropolitan Museum öncesi hayvanat bahçesi ile geçiştirebilirler Central Parkı. Gitmişken Madagaskar filminin ilk sahnesinin ve şimdi yazıyı yazarken direk düşünemediğim bin tane daha filmin sahnelerinde yürüyebilirsiniz.

Bizim koskoca New York diye bildiğimiz yerin aslında Manhattan adlı bir ada olduğunu öğrenmek üzücüydü. Sadece bu Manhattan adlı gecekondu mahallesı yapar gibi gökdelen yapmış insanların her tarafa böyle binalar yapsalar bir deprem anında gerginlikten ne güleriz diye düşündüm burada. Özellikle kendinden bahsedilmesi gereken bir gökdelen var ki adı koskoca New York eyaletıyle aynı namı taşıyor: Empire State Building.


Bir gün yolunuz düşer de bu binaya çıkacak olursanız saatli maarif takvimi yahut gül desenli fazilet takviminden akşam ezanının New York saatine bakıp çıkmanızı salık veririim. Zira, her tarafı koylarla, okyanuslaarla, kendini çok yüksek zanneden binalarla ve küçük küçük milyonlarca insanla dolu bu şehri bir de her biri sanki ben de buradayım dercesine titreyen ışıklarla da görün gündüz gözüyle gördükten sonra. Alternatif akımın bu güzelliğini izlerken Nikola Tesla ve Thomas Edison'un hikayelerinin iki sokak -tövbe:blok- arkada geçtiğini düşünüp, aşağıda yürüyen çiftin Ashton Küçüker ve Dimi Moore olma ihtimallerinin ilk defa bu kadar yüksek olduğunu hayal edebilirsiniz. Belki yanınızdaki amcalardan biri işi ileri götürüp zırt pırt ayrılan bu insanların biriyle bir cafede barda karşılaşsa onunla çıkabileceğini bile düşünüyordur; bedava değil mi bu işler arkadaşım!
İşte böyle güzel bir bina bu 1929 yapımı hala buraların en yükseği arkadaş!

New York'un mutfağıyla ilgili yüz tane yer tavsiyesi verebilir durumdayım ama öyle egzantirik tatlardan bıkmam sanan beni bile iki haftada ah ananmın çorbası seviyesine getiren bu mekanla ilgili size Türk mekanları sayayım güzel güzel. Times Meydanına en yakın restoranlardan olan, lion King'i geçince hemen sağda olan bir yer var, adı Dervish, ondan daha iyi olduğunu düşündüğüm ama Brooklyn gibi Beşiktaş'a nazaran Kadıköy gibi uzaklıkta kalan Taci Restaurant ki Türklerin çoğu bilir, yine Manhattan'da Turkısh Kebab House ilk üç tavsiyem olsun. Helal et noktasında bunlarla ilgili sıkıntı da yok, helallikle ilgili sıkıntısı olmayanlara zaten her yer Trabzon, her yerde çok süper yemekler var-mış. Genelde salatalarının iştah açıcılığından ne süper yermiş la bura diye not verdiğim İtalyan yerleri var ilk aklıma gelen.

Amerikan kültür ve gündelik hayatına çok girmeyeceğim ama yine de Amerikalı bir "oturan boğa" yahut ilk yerleşen İngiliz Fransız gruplarından bir kişi bile yok burada birebir muhabbet ettiğim aşağı yukarı bin tane insandan. Dünyanın her yerinden bir sürü insanı toplayıp yeni bir millet oluşturmuşlar advanced toplum mühendisliği dersi verir gibi. Burada yetmişiki milletten yetmişiki farklı hayat tarzı o belirlenmiş sınırların içerisinde yaşanılıyor velhasılı kelam. Konuştuğum insanların en eskisi buraya 70 sene önce dedesi yerleşmiş olan bir yaşlı adamdı. Diğerleri Amerika var dediler geldik kabilinden toplanmış insancıklar işte. Metroda her durakta civarların kime ait olduğunu zamanla çıkarabiliyorsunuz misal. Bir yer var, insanların esmerlik ortalaması Fedon ve üzeriyken belli bir muhite Little Italy, bir başka yere Chinatown denmiş. Yahudiler ise o kadar her yerdeler ki iehre gayriresmi Jew York diyenler var oldukça.

Müzeler kısmına pek girmeyeceğim zira kültür sanat aktivitelerine kız tavlama ekosistemi olarak bakan bir insan grubuyla tanıştıktan sonra oradaki herkesle ilgili evhamlıyım arkadaş. Ama New York'ta bir sürü müze var. Sadece şu girişte tamam bana bir şey olursa ben sorumluyum, naparsanız yapın kabul ediyorum yazısına imza attırılan süprizlerin müzesini anlatasım var. Girişte size verilen bir kat elbise ile ve müzikler kokular ile noluyor olduğunuz bu müzede zaman zaman sizi bir kaydıraktan ki 8-10 metre uzunluğunda ve oldukça dik, kaydırıp aşağıda olan şeyi her gün değiştirdikleri bir aksiyona yolluyorlar, zaman zaman ise ıslatıyorlar, boks ringine çıkarıyorlar vs. Şaşırtmak için düşünülmüş ve şaşırtmasına şaşırılmayan bir müze son raddede. Hem de sadece 12 dolar.

New Jersey farklı bir eyalet olmasına rağmen New York'a o kadar yakın ki siz de inanamıyorsunuz. Bu eyalet dedikleri şey aslında bayağı büyük, mesela Teksas eyaleti Türkiye'den büyük ama özellikle etliekmek ve lahmacunun feriştahını yiyecem lan illa diyenlerin yolunun düştüğü New Jersey bir dolmuşla yarım saat mesafede. Denizin üstüne kurdukları onlarca Boğaz Köprüsü yetmiyor ki bu insanlara, altından da tüneller açmışlar ve bir tünel sonrası hemen New Jersey. Eminönü'den girdiniz, Üsküdar'dan çıktınız gibi düşünün. Ben New Jersey'i daha çok sevdim çünkü lakabı Garden State olan bu şirin yer yemyeşil ve park sorunu gibi bir tezahürü olan kalabalıklıktan uzak. Arkadaşımın evine geceyarısı gittiğimiz bir günde çöpleri karıştıran rakunlar manzarasına bakarak çerezimizi yedik misal. Sabah kalkış da kolay oluyor hava temizliğine bağlı olarak. Türk nüfusunun toplandığı yerlerden birisi olması da cabası. Caba ne demekse :)

Macera dolu fırsatlar ülkesi ile son olarak da sixflags çakması adlı koccaa lunapark anımızı anlatayım hazır gözümde canlanmışken. Artificial Intelligence filminde de görülen bir dönmedolap var, Coney Island'da, orası olması lazım, gittiğimiz bir lunaparkta misafirimiz olarak gelen çocuklardan birisinin ısrarı üzerine bir araca bindik. Koltuk az bir şey ıslaktı ve ben cebimden mendilimle onu kuruladım, görevlinin bıyıkaltından gülmesini farkederek. Biz kemerleri bağladık ve oyuncağın hareket etmesiyle lunaparkta hayat durdu, herkes bizi izlemeye başladı. Araç bir yüksekliği çıktı ve aşağıdaki su birikintisini görünce ben bir taraftan karşıdan yüzlerimizin aldığı komik halleri çeken fotoğraf makinesini, bir taraftan az önce bıyık altından gülen elemanın şimdiki kahkahalarını bir taraftan da lunaparkın dışında bile toplanmış olanların bizi izlediğini düşüneyim dedin ki daha bitiremeden o suya cumburlop girdik. Gökyüzünden kova kova sular atıldı üzerimize, son altı ayda duş alırken falan harcamış olduğum toplam su kadar suya maruz kaldık herhalde. İnerken alkışlar eşliğinde inmek herhalde bu ıslak günün tek tebessüm ettiren tarafıydı.


Burada insanlar memleketlerinin hasretine düşmüş bunca hayalgerçekleştiren etmene rağmen. Hayallere doymayan insanoğlu burada memleketinin toprağına çıplak ayakla basmayı, ezan sesinin Burası Türkiye demesini, çocuğunun mevcut kültürde bir türlü öğrenemdiği kendi kültürünü öğrenmesini diliyor. Yaşlıların birçoğu, Türk olsun yabancı olsun, memleketlerine gömülmek istiyorlar. Farelerin cirit attığı, insanın beş kuruş değerinin gökdelen tepelerinden daha net görüldüğü bu yerde durmak istemiyorlar pek. Özgürlüğü bu altın kafeste yaşamak istemiyor insanların çoğu. Sessizlikleri bir şey düşünmediklerinden değil, anlatılması güç şeyler düşündüklerinden böyle umarsız umarsız bakıyorlar herhal.

1 serzeniş:

denizero dedi ki...

__gitmiş kadar oluk ve de canımız da çekti.... thanks for the tips :)__