Son yıllarda ırkçılık karşıtlığı  #BlackLivesMatters #OscarsSoWhite gibi hareketlerle popülerliğini oldukça arttırdı. Bir şey popüler olmuşsa sermayenin malzemesi olması kaçınılmazdır. Sosyal medyadan edebi içeriklere, tekstil ürünlerinden rap şarkılarına... Ve tabi sinema filmlerinin içeriğinde de bu fikir oldukça yer etti. Irkçılık konusunda farkındalık arttığı için insancıl gözüküyor olabilir. Peki işin aslı öyle mi? Ya bize bunu sermaye güçleri pompalıyorsa? Ya tüm siyahi filmlerde siyahilerin suça bulaşan, rezil bir aile yapısı olan ve sonunda ölen kişilerin olmasını endüstri dikta ediyorsa? İşte bu düşünceye inanan siyahi bir yazarın hikayesini izliyoruz American Fiction'da. 


American Fiction filmi, özellikle Amerikan edebiyat ve sinema dünyasındaki ırkçılık, siyasi doğruculuk gibi temaları eleştiriyor. Film, siyahi bir yazar olan Thelonious Monk Ellison'ın (Jeffrey Wright), ana akım medya ve edebiyat endüstrisinin siyah hikayeleri sadece acı, suç ve yoksulluk üzerinden odaklanarak sınırlandığına ve bu şekilde siyahi yazarların daha edebi, değerli veyahut eğlenceli yapımlarının göz ardı edildiğine dair bir eleştiri getiriyor. Bu eleştirisini tüm yayın evlerini trolleyerek gerçekleştirmek istese de yapımcılar bu troll fikri satın alıyor ve yazarımız "yuh artık" diyerek kendini nihayet ana akıma bırakıyor. Kendince değerli görüşler içeren kitapları satmazken, trollediği hikaye fikri yapımcılar tarafından yüksek fiyatla satın alınıyor. Birbirlerine küfredip bağıran, öldüren, sefalet çeken siyahilerin o klişe hikayesini. 

Film, Pervical Everett'in Erasure adlı romanından yönetmen Cord Jefferson tarafından uyarlanmış. Senaristliğini Master of None, The Good Place gibi dizilerle de kanıtlayan Cord Jefferson'ın yönetmenlik koltuğuna oturduğu ilk film bu. Bir senarist olarak çektiği ilk filmin konusunun, siyahi edebiyatının endüstrinin sınırlamalarıyla çaresiz ve bir bakıma tek bir modele mahkum kaldığı gerçeğini yansıtması bu konunun ne kadar ciddi ve doğru olduğu izlenimi oluşturuyor bende. Her ne kadar bunu dile getirdiği bir açıklamasına denk gelmesem de sinema sektöründe bu despotizme bir senarist olarak maruz kaldığını tahmin edebiliyorum.

Peki günümüzde ırkçılık karşıtı propagandaların gerçek amacından saparak ticari bir araç haline dönüştüğü gerçeği ne kadar doğru?


Yukarıda da yazdığım gibi ilk bakışta ırkçılık karşıtı propagandaların toplumsal adaletin sağlanmasında farkındalık yarattığı düşüncesi oluşabilir. Ancak biraz incelendiğinde birçok örneğin aslında gerçek bir duyarlılıktan ziyade, ekonomik kazanç sağlamaya odaklandığını gözlemleyebiliyoruz. Büyük şirketlerin, yapımcıların, reklam ajanslarının ırkçılık karşıtı mesajlarla ürünlerini pazarlaması hem şirketin itibarını korurken hem de geniş bir müşteri kitlesine ulaşma ve satışlarını arttırmasına olanak sağlıyor.

Sadece siyahiler üzerinden anlatımını yaptığım sermayenin bu gibi vicdanları suistimal ettiği mevzular çokça var. Soykırım, çocuk istismarı, eşcinsellik, hayvan hakları, çevresel olaylar ve niceleri. Ayırt edici özelliklerinden biri, herhangi bir fikir popüler kültürde fazla yer buluyorsa, artık o fikir bir ürüne, o kitle de bir müşteriye dönüşmüştür. Ve bu sadece direkt olarak sermayeyi ilgilendiren konularda değil, siyasette de var. Onca vekil arasında atıyorsun bir siyahi, bir eşcinsel veya azınlıktan birini, hooop oluyorsun demokrat.

Tekrardan filme dönecek olursak, American Fiction bu senenin Oscar ödüllerine 5 dalda aday ve bunlar  En İyi Film, En İyi Erkek Oyuncu, En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu, En İyi Uyarlama Senaryo ve En İyi Orijinal Müzik ödülleri. Aday olduğu klasmanlara ve diğer adaylara baktığımda bu 5 ödülden biriyle evine döneceğini sanmıyorum. Ama yine de güzel bir komedi, hoş vakit geçirtir. 

0 serzeniş: