Uzunca ismine rağmen kuşkusuz 2008'in en çok konuşulan filmlerinden The Curious Case of Benjamin Button. Hayatı tersten yaşama fikrini konu alan bu filmde, bize oldukça fantezi gelen bir hayatı son derece sıradan bir yapıda anlatması filme tat katan önemli unsurlardan. Nasıl yani ters yaşamak? onu biraz açayım. Yaşlı bir insanda bulunması gereken (ciltteki kırışıklık, gözlerdeki bozukluk gibi) tipik özelliklere sahip bir şekilde dünyaya gelen bir çocuğun zaman içinde kendisinde olan değişimlerle gencecik bir insan yapışına bürünüşünü anlatıyor. Tabi bu genç-körpe zamanının 50'li yaşlarına denk gelmesi de doğal.
Filmin, bu senaryo ile, Can Yücel'in "Hayata Tersten Başlamak" şiirinden uyarlandığını düşünenler bile var ( evet, ne yazık ki var). Can Yücel'in şiirindeki geriden başlama düşüncesi yıllardır kayıt yapan bi kameranın geri sarması misali. Oysa bu filmde kayıt tersten, ama baştan başlıyor.
Filmi izlerken zaman takibini zihinde sürdürmek gerekiyor. Şuan hangi zamanda ve bedensel olarak ne durumda diye her sahnede düşünmeniz 2 buçuk saatlik filme bağlanmanızı sağlıyor. Bu noktadan dolayı uzun oluşu sıkmıyor yani. İzlerken beni düşündüren bazı sahneler vardı. Hoşuma giden sahnelerin yanında bir de "şöyle olması gerekmez miydi?" diye düşündüğüm bir kısım var ki o da Benjamin Button'ın yaşının ilerlediği kısımlardaki bu zaman anlayışı. Doğuşta, bebek boyutunda bir yaşlı izleten anlayışın; ölümüne yakın zamanda da, yetişkin boyutunda bir bebek izletmesini beklerdim. Evet, 1,70 boylarında devasa bir bebek. Eğer bu noktada film ile aynı düşünceye sahip birisi çıkıp "kardeşim sen yanılıyorsun" diyorsa bana da anlatsın lütfen. Aklıma takılan bu ayrıntıya daha da fazla takılmadan diğer hususlara değineyim.
İzleyicilerin bazısını geren bir savaş sahnesinden öte beni en çok geren, Benjamin'in bu durumu karşısında Daisy' de oluşan o çaresizlik duygusu. Böyle bir durumda ben olsam ne yapardım diye sordum kendime ve ben de bir yanıt bulamadım ( bulan varsa yine bana sölesin:). Diğer sahneleri de üzerinde durmadan söyleyeyim. Babasını alıp güneşin karşısında kendi kilisesini yaratması ve filmde ara ara karşımıza çıkan amcanın "Beni yedi kez yıldırım çarptığını söylemiş miydim?" deyişleri ve ardında gelen o canlandırmaları. Son olarak da Cate Blanchett'in, Daisy'nin gençliği dönemlerindeki güzelliği... Eklemeden geçmek istemedim:)
2009 Oscar ödüllerinde 13 daldaki oscar adaylığı ile damgasını vuran filmin bu başarısı, arkasında sağlam bir kadronun oluşundan kaynaklanmakta. Forrest Gump' ın yazarı Eric Roth'un kaleminden çıkma; Fight Club, Se7en, The Game filmlerinin yönetmeni David Fincher' ın kamerasından oluşma; David Fincher' ın "güzel filmlerde ödül kazanamama" yolundaki dava arkadaşı Brad Pitt ve tüm güzelliği ile Cate Blanchett'in oyunculuğuyla terekküp etmiş bir yapıdan bahsediyorsak bu adaylıklar oldukça doğal durmakta. Tabi işi kolaylaştıran bazı etkenler de yok değil. Makyaj, kostüm, görüntü gibi dallarda rakipler az olunca adaylığının konması doğal. En iyi makyaja Slumdog'ı aday gösterecek değillerdi ya. Tabi en çok merak edilen ödüllerdeki şansı ne derece yüksektir orası tartışılır. En İyi Film ve En İyi Yönetmen dallarında oldukça çetin bir yarış içerisinde olacağı filmler var. Ki bu yarışları da kaybetme olasılığı oldukça yüksek. David Fincher ve Brad Pitt bu kez de eli boş dönerse hiç şaşırmayın derim ben size.
1 serzeniş:
O zaman söyle diyeyim. Aslinda insan yaslandikca kücülüyor. Kemik erimesine bagli olarak. Fizyolojik acidan durum budur yani. E düsününce teorik acidan filmde tersten yasadigi icin Benjamin bu konuda son noktadan basladigini düsünebiliriz. Yani insan her türlü fizyolojik kosulda yasasa - ki bunu mümkün olmayan ideal kosullar olarak düsünün- bir bebek kadar kücülebilir belki de. E tabi haliyle böyle seyler mümkün olmadigindan bunun cevabini da bilmiyoruz. O acidan bence uygulama dogrudur.
Yorum Gönder