Meksika'nın bu seneki Oscar adayı, genç yönetmen Lila Aviles'in ikinci uzun metraj filmi olan Totem oldu. Yönetmen bu filminde bizleri ölmek üzere olan kanserli bir babaya, bir eşe, bir kardeşe, bir oğula yapılan doğum günü partisi görünümlü bir veda partisine davet ediyor. 


İlk olarak Berlin Film Festivalinde gösterilen Totem filmi, kansere yakalanan sanatçı bir gencin (Tona) çevresinde yaşananları, yine çevresindekilerin perspektifiyle izleyicisine sunuyor. Ve bunu da daha çok Tona'nın 7 yaşındaki kızı Sol üzerinden yapıyor. Ölüme yaklaşan yolculuğunda her ne kadar kendisinin doğum günü partisi için toplanmış bir aile varsa da, çoğunlukla arka plana bırakılmış ve bir odaya kapatılmış haliyle yalnızdır Tona. 

Tona'nın kanser hastalığı, ailenin bir araya gelme çabasını da ortaya çıkarıyor. Çabalar yine dışavurumda gözükse de karakter içlerinde yine bireysellik ön plana çıkıyor. Karakterlerin, bulundukları dünyadan kaçış için daha mahrem olan banyolarda saklanmaları ve uzun vakit geçirmelerinin sebebi de bu olsa gerek. Filmde uzun süreli çekimler sıkça bulunmakta. Bunun başlıca sebepleri ailenin gerginliklerini, duygusal yönleri daha iyi aktarmak. Ve bunu birçok karaktere geçiş yaparak yapması da izleyiciden kendine uygun karakteri ve dolayısıyla olay anında bürüneceği duyguyu seçmesini istiyor. 

Filmin eleştirecek kısmına gelecek olursam, dişe dokunur bir olayın eksikliği göze çarpıyor. Tüm filmi karakterlerin duygusal deneyimleri etrafında şekillendirmeyi denemek için daha iddialı olmak gerekiyor. Yetersiz kalındığı durumda birkaç olayın patlatılması elzem gibi geliyor. Film uzun bir süre giriş kısmında takılı kalmış, 'birazdan gelişme kısmına geçiş yapılır herhalde' beklentisiyle filmin sonuna varılmış. İzlenmeli mi peki? Listemde bekleyen filmlere bakacak olursam bunu biraz erken izlemişim diye diğerlerine haksızlık ettiğimi düşünüyorum. Biraz daha bekleyebilirdi listede. 

0 serzeniş: