1930lu yıllarda geçen hikayede Dogville isimli kasabaya gangsterlerden kaçarak gelen Grace(Nicole Kidman),kasabanın önemli isimlerinden Tom(Paul Bettany)'un da yardımıyla kasaba halkı tarafından saklanmasına yardım edilir.Dogville,Rocky Mountains madenlerinin eteklerinde sakin,herkesin birbirini tanıdığı,iyi insanlardan oluşan bir kasabadır. İki hafta boyunca Grace'in kasaba da kalmasına ses çıkarmayan kasabanın yerlileri Grace'in onlara işlerinde yardım etmeye başlamasıyla onu daha çabuk benimseye başlarlar.Sürekli olarak kasabada yaşamaya başlayan Grace için ilk zamanlarında yaptığı yardımlar kasabaya uyumu ve meşguliyet kazanmasıyla ilgili iken polislerin kasabaya kayıp ilanları asmasıyla,Grace'in kendilerine muhtaç olduğunu bilen halk zaman içinde gerçek yüzünü göstermeye başlar...

Lars Von Trier'in her filmi seyirciyi şaşkınlığa uğratıcak bir kurguya sahiptir.Dancer in the Dark,Breaking the Waves ve Europa yapımlarıyla izleyicinin gönlünde farklı bir yere sahip olan Trier 2003 yapımı Danimarka-Fransa-İsveç yapımı olan Dogville'de seyircinin ilk başlarda alışmak da zorlanacağı bir mekan anlatımı seçmiş.Dogville kasabasını tiyatral ortamda ele alan ve kapısız evler ile çizimden oluşan mekanlarla farklı bir bakış açısıyla filme adapte olmamızı sağlamıştır.Metafor ve sembol kullanımını önplanda tutan (ki bunlar;köpeğin isminin Musa olması,Grace'in 7 tane biblo biriktirmesi ve Grace'in her kötülüğü affetmesidir.(dişi İsa anlatımı)) yapımda Trier'in ayrıca anlatıcı kullanımına gitmesi ve seyirciyi bu şekilde Grace ile özdeleşleştirmeye çalışması izleyiciyi filmin sonunda hangi ruh haline sokmak istediğiyle alakalı bir durum.


Yapımda Grace'in başına gelen her tecavüz,aşağılanma,halk tarafından köle olarak kullanılması gene de Grace'in sabır içinde hep bir polyannacılık oynama şekliyle bağışlayıcı tavrı bizim de sinirlerimizi geriyor ve o gerilen sinir filmin sonunda sadece intikamı istiyor.Hiçbir kötülük affedilmemeli ve her suç layığını bulmalı deyiminin beyine kazındığı sahnelerde kurgulanan insan modeline sövüyoruz.Sonuçta insan doğası ne düz mantıkla iyidir veya kötüdür.Duruma göre değişkenlik gösteren,menfaatler dahilinde yaptıklarımızı yargılıycak bir sistemde olmayınca iyi insan maskesini çıkarmak sadece biraz zaman alır.Artık kendilerini oynamaya başlayan halka olan da budur işte.Çünkü şu bir gerçek ki yapılan iyilik veya iş,bunu talep eden tarafından zamanla daha fazlası istenicek şekilde artacaktır.


Dogville kasabasında da doyumsuzlukla birlikte iyilikler yerini zorunluluğa bırakır.Halkın tamamı gün içinde düzenli aralıklarla Graceden faydalanıyor ve tecavüzden,zincire vurmaya kadar herşeyi halkın tamamı biliyor.Bu nedenle kapısız evler kullanıp,çizimlerin ev halini alması hiçbirşeyin gizli kapaklı olmadığını,aradaki duvarları insanların ördüğünü betimleyen bir çağrışım.Yapım aslında sadece 1930lu yılların Dogville kasabasını anlatmıyor,kasaba üzerinden insani davranışlarımızı ele alıyor.Pekala anlatılan 2009 İstanbul'da olabilir.Filmin izleyicinin istediği mutlu! sonla bitmesi belki hümanist düşünce sahibi insanlar tarafından tartışılabilir ama adaletin bir şekilde yolunu bulması gerekiyor.Babasının Grace'e yaptığı kibir ile ilgili konuşmalar ki 'herkesi affetmek kibirden başka birşey değildir' deyimi Grace'in içindeki intikam ve öfkeyi açığa çıkarmaya yetiyor.Mevsimlerin değiştiği,iyilerin kötüye dönüştüğü kasabada değişmeyen iki şey Grace ve kasabanın köpeğidir ve bu iki canlı filmin sonunda hak ettikleri yaşama sahiptirler.

"köpeklere pek çok şey öğretebilirsin ama, doğalarında olduğu için yaptıkları her şeyi affederek değil."

6 serzeniş:

pusarık dedi ki...

dogville izlerken "arabesk" filmini anımsamıştım açıkçası, kahvehane sahnesini özellikle :)

Unknown dedi ki...

iyi yönetmen ama dancer in the dark'tan nefret ederim... dogville de devamı manderley de iyiler...

Eliza Doolittle dedi ki...

Dancer in the Dark'i ben de hic sevmedim. Breaking the Waves muthisti. Dogville ise cidden izledigim en carpici filmlerden biriydi. 7 biblonun tek tek kirilmasi ardindan 7 cocugun tek tek vurulmasi sahnesinde sinirlenemeyip, aksine keyifle arkama yaslanabildiysem eger, bu filmin kurguda o intikammm duygusunu izleyiciye cok basarili vermesindendi bence...

Çağdaş Yılmaz dedi ki...

http://www.istanbulunortayerisinema.com/search?q=dogville

neftiss dedi ki...

Lars von Trier deyince benim aklıma ilk olarak Thomas Vinterberg ve diğer birkaç yönetmenle 1995 yılında çıkardıkları Dogma 95 Manifestosu ve avantgarde film yapma akımı geliyor. Bu manifesto gereğince filmler stüdyo dışında çekilecek, filmin çekildiği yerde üretilmediği sürece müzik ve ekstra ses olmayacak, el kamerası kullanılacak, ünlü sinema artistleri oynatılmayacak ve yönetmenin adı jenerikte geçmeyecek vs vs. Yalnız bu Trier için biraz hezeyanla sonuçlanmış, zira manifestoyu yazan kendiyken "Gerizekalılar"-ki bence en çarpıcı filmlerinden biridir- aslında bu akıma uyarak çektiği tek film. Akımın amacı da aslında auteur sinemasını ortadan kaldırmak gibi bir şey çünkü manifesto önüne hedef olarak mekanın ve karakterlerin içindeki gerçeği açığa çıkaran filmler çekmeyi koymuş. Akıma uyan 50 den fazla da film var. Dogville onlardan biri midir? Hiç sanmam. Nicole Kidman biraz fazla gözlere batıyor sanki.

ealturk dedi ki...

dogma 95 manifestosu gerçeklerden uzak bir bildiriydi ki Lars Von Trier'in sanırım gaza geldiği bir dönemdi.Halen dogma 95e uygun filmler çekilyor ama maddelerin herbirini yapımda kullanmak gerçekci gelmiyor.Eğer sadece sanat için yapılıcaksa sorun değil ama Lars Von Trier'in de bu akıma sadece tek filmle destek olması bir gerçek.Yönetmen olarak çok severim ama kişilik olarak politik görüşünü bu kadar önplana getirmesi,porno filmler çekmiş sonrasında koyu katolik düşünceler sergilemesi bana iki yüzlü olduğunu düşündürtüyor.Ayrıca Antichrist filminin video oyunuyla uğraşıyormuş son dönemde.Arayışlar içinde üstad.